SÖZLÜK
-A-
aban- (aaban-): Abanmak, üzerine eğilmek.
abray (aabray): 1.İtibar, nüfuz. 2.Şan, şöhret, ün, tanınma.
aca- (aaca-): Acılaşmak, acımak.
acal: Ecel, ölüm.
acap: bk. acayıp.
acayıp (acaayıp): 1.Görkemli, muh- teşem, debdebeli. 2.Mükemmel, şahane, enfes, çok iyi, çok güzel.
acı (aacı): Acı.
aç (aaç): Aç.
aç-: 1.Açmak. 2.Keşfetmek. 3.Yazmak, sermek (sofra vb.).
açar: Anahtar.
açgöz (aaçgöz): Aç gözlü.
açık: 1.Açık. 2.Temiz, saf, duru.
açıklık: Açıklık.
açıl-: 1.Açılmak. 2.Parlamak, aydınlanmak.
açlık (aaçlık): Açlık.
adağlı (aadağlı): Nişanlı, sözlü.
adalat (adaalat): Adalet, doğruluk, hak.
adam (aadam): Adam, insan.
a. bol-: 1.Büyümek, yetişmek,
adam olmak. 2.Akıllanmak.
a. et-: Besleyip büyütmek, yetiştirmek,
adam etmek.
adamı (aadamıı): İnsanoğlu, insan.
adat (aadat): 1.Gelenek, âdet. 2.Alışkanlık, huy.
adatça (aadatça): Âdet olduğu üzere, genellikle.
adıl: Adaletli, adil, insaflı.
adıllık: Adaletlilik, adillik, insaflılık.
adyutant: Yaver.
agent: 1.Acenta. 2.Ajan, casus.
agronom: Tarım uzmanı.
ağ- (aağ-): 1.Aşmak. 2.Yükselmek, ağmak.
ağa (aağa): 1.Ağabey. 2.Amca. 3. Ağa, bey.
ağaç: 1.Ağaç. 2.Tahta.
ağar- (aağar-): 1.Ağarmak. 2.Solmak.
ağdar- (aağdar-): 1.Döndürmek, çevirmek. 2.Devirmek, yıkmak. 3.Düşürmek...4.Dökmek.
5.Boşaltmak. 6.Karıştırmak.
ağı (aağı): Ağlama, ağlayış, ağıt.
ağıçı (aağıçı): Ağıtçı; yas törenlerinde yüksek sesle bir şeyler söyleyerek
ağlayan kişi.
ağıl (aağıl): Ağıl.
ağın: 1.Bütün, hep. 2.Baştan başa, baştan aşağı.
ağır: 1.Ağır. 2.Zor, güç, sıkıntılı.
ağır- (aağır-): Ağrımak.
ağırlık: Ağırlık.
ağız: Ağız.
ağla- (aağla-): Ağlamak.
ağlan- (aağlan-): Ağlanmak.
ağlaş- (aağlaş-): Ağlaşmak.
ağlat- (aağlat-): Ağlatmak.
ağram: Ağırlık.
ağşam: Akşam.
ağşamara (ağşamaara): Gün batımı, akşamleyin, akşam üzeri.
ağtar-: 1.Aramak. 2.Yoklamak, karıştırmak.
ağtık: Torun.
ağza (ağzaa): 1.Organ, aza. 2.Öge. 3.Üye, aza.
ağza-: Anmak, bahsetmek, zikretmek, söz etmek, ima etmek.
ağzıbirlik (ağzıbiirlik): Uyum, yekvücut olma, söz birliği.
ah (aah): İnleme, sızlama.
ah: Ah, vah, aman, heyhat, yazık!
ahır (aahır): Nihayet, sonunda, artık.
ahırı (aahırı): 1.Artık, nihayet, sonunda. 2.Daha.
ahırın
(aahırıın): bk.
ahır
ahırsoñı (aahırsoñı): En sonunda, nihayet.
ahlak: Ahlâk.
ahmır: Ham hayal, gerçekleşmesi zor amaç.
ahval (ahvaal): Durum, hâl.
ajdarha (ajdarhaa): Ejderha, büyük yılan.
ak (aak): Ak, beyaz.
ak-: Akmak.
akademik: Akademi üyesi.
akgınlı: Akıcı.
akıl: Akıl.
akıl ber-: Akıl vermek, öğüt vermek, yol göstermek.
akıldar (akıldaar): Mütefekkir, fikir adamı, düşünür.
akım: 1.Akıntı, akım. 2.Yol, yöntem, metot.
aklık (aaklık): 1.Aklık, beyazlık. 2.Ücret.
akmak: Budala, ahmak, aptal.
aksakgal
(aaksakgal): Yaşlı, ihtiyar.
al-I (aal): Al, kırmızı.
al-II (aal): 1.Hile. 2.Cin, peri.
al-: 1.Almak. 2.(Yol) almak. 3.Kabul etmek. 4.Alıp gitmek.
ala (aala): 1.Ala, alacalı. 2.Elâ. 3.Değişik, türlü, çeşitli.
alaç (alaaç): Çare, kurtuluş, çıkış yolu.
alada: Tasa, kaygı, sıkıntı, endişe.
alamat (alaamat): 1.Alâmet, işaret, iz, eser, nişan, belirti. 2.Alâmet, vasıf.
ala-mula (aala-muula): Ala bula.
alañ: Küçük tepe, tümsek.
173
alasman
(aalasmaan): Gök yüzü, gök.
alav: Alev, meşale, şule.
alcıra-: Şaşırmak.
alça: Kızıl erik.
alçak: 1.Nazik, nezaketli. 2.Müşfik, şefkatli.
alda- (aalda-): Aldatmak, yalan söylemek.
aldan- (aaldan-): Aldanmak.
aldavçılık (aaldavçılık): Aldatıcılık, hilekârlık.
aldır-: 1.Aldırmak, kaptırmak. 2.Harap ettirmek, yok ettirmek.
alım (aalım): Alim, bilgili, bilgi sahibi.
alın (aalın): 1.Alın. 2.Ön, öndeki.
alın-: 1.Alınmak, edinmek. 2.Ele geçirilmek, elde edilmek.
alıp bar-: Çok etkilemek, iliğine işlemek.
alıp çık-: Kurtarmak.
alış-: 1.Değişmek. 2.Karşılıklı almak.
alkım: 1.Çene, gerdan. 2.Birinin yanı, yakını.
alkış: Minnettarlık, minnet, şükran, teşekkür.
a. et-: Teşekkür etmek, şükretmek.
Alla (Allaa): Allah.
Allatağala (Allaatağaalaa): Allahü Tealâ.
alma: Elma.
almaz: Elmas.
174
alñasa-:
Acele etmek, telâşlanmak.
alp:
Alp, yiğit, kahraman.
altı: Altı
altın: Altın.
amal: Tarz, usul, yol, yöntem.
a. et-: Gerçekleştirmek, yerine getirmek, hayata geçirmek, tahakkuk ettirmek.
aman (amaan): 1.Sağ salim, sağ. 2.Sağlam, sıhhatli. 3.Yardım, imdat.
amana gel- (amaana gel-): Dize gelmek, baş eğmek, boyun eğ-mek.
amanat: Emanet.
amatlı (aamatlı): Elverişli, uygun, müsait, münasip.
ammar: Ambar, depo.
anbar: Amber.
anık: 1.Açık, aydın, belli, anlaşılır. 2.Tam, eksiksiz. 3.Doğru.
anna (aanna): Cuma.
ant iç-: Yemin etmek, ant içmek.
añ (aañ): 1.Fikir, düşünce, mantık. 2.İdrak, kavrama, sezme. 3.Akıl, zekâ.
añ- (aañ-): 1.Anlamak, kavramak. 2.İdrak etmek, şuuruna varmak.
añlat- (aañlat-): Anlatmak, ifade etmek.
añlı (aañlı): Anlayışlı, ferasetli, zeki.
añrı: 1.Öte, arka. 2.Aşkın, fazla.
añsat (añsaat): Kolay, basit, hafif.
añzak: Şiddetli soğuk, ayaz.
apat (aapat): 1.Dert, belâ. 2.Felâket, afet. 3.Kötü şey.
apbası (apbaası): Kadın elbisesinin önüne takılan, yaprak gibi yassı, gümüşten yapılmış süs, ziynet.
apı-tupan (aapı-tupaan): 1.Kasırga, fırtına, deprem. 2.Kavga, hırgür.
ar (aar): 1.Öç, intikâm. 2.Ar.
ar- (aar-): Yorulmak.
ara (aara): Ara, aralık, mesafe.
ara- (aara-): 1.Aramak. 2.Özen göstermek, titiz davranmak.
araba: (Motorsuz) araba, kağnı.
arada (aarada): 1.Arada sırada, bazen. 2.Son günlerde, yakında, yakın zamanlarda. 3.Arada, ortada.
aralaş- (aaralaş-): 1.Girmek, gelmek. 2.Karışmak, müdahale etmek.
aralık (aaralık): 1.Aralık, mesafe. 2.Herkese âit, umumî.
aram tap- (aaram tap-): Sakinleşmek, yatışmak, rahatlamak, huzur bulmak.
aranı aç- (aaraanı aç-): 1.Uzaklaşmak. 2.Ayrılmak.
Arap:
Arap.
arassa: Temiz, saf.
arassalan-: 1.Temizlenmek. 2.Ayıklanmak.
arça: Çam.
ardın-: Öksürmek, öksürüp gırtlağını/boğazını temizlemek.
ardıncıra-: Sallanmak.
arğın (aarğın): Yorgun, bitkin.
arğınlık (aarğınlık): Yorgunluk, bitkinlik.
arı: Arı.
arka: Sırt, arka.
arkadağ (arkadaağ): Himaye eden, koruyucu, koruyan, gözeten.
arka dur-: Himaye etmek, korumak, kayırmak.
arkalı: Aracılığıyla, vasıtasıyla, sayesinde, yoluyla.
arkayın: Rahat, sakin, sessiz, telâşsız.
a. bol-: Rahat olmak, sakin olmak.
arla-: 1.Bağırmak. 2.Kükremek.
arman (armaan): 1.Gerçekleşmemiş arzu, emel. 2.Ham hayal. 3.Kin, öfke, gazap. 4.Heyhat, yazık, eyvah!
175
armanlı
(armaanlı): 1.İstediğini elde edemeyen, amacına ulaşamayan, muradına
eremeyen. 2.Üzgün, üzüntülü, acılı.
armaveri (aarmaaveri): Kolay gelsin!
armıt: Armut.
ar-namıs (aar-naamıs): Şeref, onur, yüz akı, namus, itibar.
arpa: Arpa.
arslan: Arslan.
arş: Arş; göğün en üst tabakası.
art-: Artmak, geriye kalmak.
artık: Fazla, fazlalık, artık, geriye kalan.
artıkmaç: 1.Fazla, gereğinden fazla. 2.İyi, güzel, mükemmel.
aruz:
Aruz.
arzan (arzaan): Ucuz.
arzı: Arzu, istek, rica.
arzıla-: İstemek, dilemek, rica etmek.
arzılı: 1.Arzulu, ricalı. 2.Değerli, kıymetli, sevgili, aziz.
arzuv: 1.Arzu, istek. 2.Hayal, rüya.
a. edil-: İstenmek, arzu edilmek.
a. et-: İstemek, arzu etmek.
as-: Asmak, iliştirmek, takmak.
asfalt: Asfalt.
asıl: 1.Asıl, cevher, öz. 2.Esasen, doğrusu.
asıl-: 1.Asılmak. 2.Asılmak, idam edilmek. 3.Boynuna ip takıp kendi kendini öldürmek, intihar etmek.
asıllı: Kibar, efendi, asaletli, soylu, görgülü.
asır: Asır, yüzyıl.
asla (aslaa): Asla, hiçbir zaman.
asman (asmaan): Sema, gök, gök yüzü.
assa: Yavaş, yavaşça.
ast: Alt.
asuda (aasuuda): 1.Sakin, dingin. 2.Rahat.
aş:
Yemek.
aş- (aaş-): Aşmak, geçmek.
aşa (aaşa): Aşırı derecede, pek, çok.
aşak (aşaak): 1.Alt, aşağı. 2.Alçak.
aşğazan (aşğaazan): Mide.
aşık (aaşık): Sevdalı, âşık.
at (aat): Ad, isim, nam.
at: At, beygir.
at-: 1.Atmak. 2.Atmak, ateş etmek, vurmak. 3.Sermek (sofra vb.). 4.Atmak, fırlatmak. 5.Atmak, ağarmak (tan). 6.Çalmak (ıslık).
ata: 1.Baba. 2.Ata.
ataş (aataş): Ateş.
atbakar: Seyis, at bakıcısı.
at dak- (aat dak-): 1.Lâkap takmak. 2.Ad koymak, ad vermek, adlandırmak. 3.Uygun görmemek.
atıl-: Atılmak.
atır: 1.Güzel koku, ıtır. 2.Parfüm, esans.
atır-: (Tan yerinin/günün ağarmasını) beklemek, sabahı etmek, sabahlamak.
atız: Dışı çitlerle çevrili toprak parçası, koru, parsel, arsa, tarla.
atlan-: 1.Atlanmak, ata binmek, ata binip gitmek. 2.Bir yere gitmek için yola düşmek, yola koyulmak.
atlandırıl- (aatlandırıl-): Adlandırılmak, ad verilmek.
atlı (aatlı): 1.Adlı, isimli. 2.Meşhur, ünlü, şanlı, tanınmış.
atlı: 1.Atlı. 2.Atlı asker, süvari.
atlı-abraylı (aatlı-aabraylı): Anlı şanlı.
av (aav): Av.
ava- (aava-): Acımak, acı vermek, ağrımak.
avat- (aavat-): Acıtmak, ağrıtmak.
avçı (aavçı): Avcı.
avı (aavı): Zehir, ağı.
avla- (aavla-): 1.Avlamak. 2.İzlemek, izine düşmek.
avtomat: 1.Otomat. 2.Otomatik makine.
ay (aay): 1.Ay (gök yüzündeki). 2.Ay; yılın on iki ayından her biri.
ay: Ay, ah, vay, vah, heyhat, yazık!
aya (aaya): Aya, avuç içi.
ayak: Ayak.
ayak çek-: Durmak, duraklamak.
ayal (ayaal): 1.Kadın. 2.Hanım, karı, zevce.
ayal-gız (ayaal-gıız): Kadın ve kız.
ayan (ayaan): 1.Açık, belli, malûm, aşikâr. 2.Açıkça, apaçık.
a. bol-: Malûm olmak, bilinmek, belirmek, ortaya çıkmak.
a. et-: Belirtmek, bildirmek, açıklamak, ortaya çıkarmak.
a. eyle-: Belirtmek, bildirmek, açıklamak, ortaya çıkarmak.
ayat (aayat): Ayet.
ayaz: Ayaz, soğuk.
aydıcı: Söyleyen, söyleyici.
aydıl-: Söylenmek, konuşulmak, bahsedilmek.
aydım: Şarkı, türkü.
aydım ayt-: Şarkı söylemek, türkü söylemek/çağırmak.
aydımçı: Türkücü, şarkıcı, ses sanatçısı.
aydım-saz (aydım-saaz): Saz ve söz, sazla birlikte söylenen şiir.
aydıñ (aaydıñ): 1.Aydın, aydınlık. 2.Açık, belli, anlaşılır.
ayğıtlı: 1.Aydınlatıcı, parlak, aydınlık. 2.Kesin. 3.Kararlı.
ayılğanç: 1.Korkulu, dehşetli. 2.İğrenç.
ayıp: Ayıp, kusur, yüz karası, suç, kabahat, günah.
ayır-: Ayırmak.
ayla-: 1.Dönmek, dolaşmak. 2.Çevirmek, döndürmek.
aylan-: Dönmek, dolanmak, dolaşmak, gezinmek.
aylap (aaylaap): ... aydır, ... aydan beri.
aylav: 1.At yarışı yapılan meydan, alan. 2.Kıvrım, eğri.
ayna (aayna): 1.Cam. 2.Ayna. 3.Pencere.
ayna-: 1.Naz etmek, nazlanmak. 2.Kapris yapmak.
aynadıl-: Naz edilmek, nazlanılmak.
ayra:
Ayrı.
ayra düş-: Ayrılmak, ayrı düşmek.
ayralık: Ayrılık, hasret.
ayratınlık (ayratıınlık): Özellik.
ayrıl-: Ayrılmak.
ayt-: 1.Söylemek, demek. 2.Anlatmak. 3.Söylemek (şarkı, türkü).
ayt bayram: Bayram.
aytım (aaytım): Belli büyüklükteki yer, meydan, alan.
aytıs -Kazakça-: Atışma (şairler arasında).
ayyar (ayyaar): 1.Aldatıcı, hilekâr. 2.Yağmacı, harami. 3.Serseri.
az (aaz): 1.Az. 2.Eksik.
az- (aaz-): Azmak, ahlâkı bozulmak, baştan çıkmak.
azacık (aazacık): Azıcık, biraz, birazcık.
azal- (aazal-): Azalmak, eksilmek.
azap (azaap): 1.Azap, işkence. 2.Istırap, eziyet, sıkıntı.
azar (azaar): Ağrı, sızı, sancı.
azaş- (aazaş-): Yolunu kaybetmek, şaşırmak, yoldan çıkmak.
azat (azaat): Hür, serbest, bağımsız.
a. et-: Azat etmek, salıvermek, serbest bırakmak.
a. eyle-: Azat etmek, salıvermek, serbest bırakmak.
azatlık (azaatlık): Hürriyet, özgürlük, serbestlik.
azda-kände (aazda-käände): Az çok.
az-hor (aaz-hoor): Az buçuk.
azı:Azı, azı diş.
azık (aazık): Azık, yiyecek.
Aziya: Asya.
azlık (aazlık): Azlık.
az-ovlak (aaz-ovlak): Az buçuk, biraz.
-Ä-
äber-: 1.Bir şeyi alıp birisine vermek. 2.Bir şeyi birisi için satın almak.
ädik
(äädik): Çizme, edik.
ädim (äädim): Adım.
ädim ät- (äädim äät-): Adım atmak, yürümek, hareket etmek.
äheñ:
1.Melodi. 2.Uyum. 3.Ton (konuşma).
ähli: Bütün, hep.
ähmiyetli: Önemli, ehemmiyetli.
äkel-: Getirmek.
äkit-: Götürmek.
älem (äälem): 1.Cihan, âlem, dünya. 2.Elâlem, herkes. 3.Her yer, her taraf.
älemğoşar (äälemğoşar): Gök kuşağı.
äpet (ääpet): Muazzam, koskocaman, muhteşem.
är (äär): 1.Mert, yiğit, er. 2.Eş, koca.
ät- (äät-): Adımlamak, adım atmak, yürümek.
ät gal- (äät gaal-): Ümidi boşa çıkmak.
ätiyaç (äätiyaaç): Korku, kuşku.
ä. et-: Korkmak, çekinmek.
ätle- (äätle-): Adımlamak, adım atmak, yürümek.
äynek (ääynek): Gözlük.
-B-
baba (baaba): Dede, annenin babası.
babatda (baabatda): Hakkında, konuda, konusunda.
bada (baada): 1.Önce, önceleri, evvelâ, başlangıçta. 2.An, kısa zaman. 3.Hemen, derhal, birden.
bada-bat (baada-baat): Hemen, derhal, birden.
badak sal-: Çelmek, çelmelemek, engel olmak.
badaş- (baadaş-): Birbirine çok bağlı olmak, yakınlık duymak, yaklaşmak, yakın durmak, içli dışlı olmak, bağdaşmak.
bağ (baağ): Bağ, bahçe.
bağana: Kuzu postu, kuzu derisi.
bağban (baağbaan): 1.Bahçe sahibi. 2.Bahçıvan.
bağır: 1.Bağır, göğüs. 2.Karaciğer.
bağışla-: Affetmek, bağışlamak.
bağla- (baağla-): Bağlamak, düğümlemek.
bağlan-
(baağlan-): 1.Bağlanmak. 2.Kilitlenmek. 3.Kapanmak.
4.Kapatılmak.
bağlanışıklı (baağlanışıklı): Bağlı, alâkalı, ilgili, ilişkili.
bağlı (baağlı): 1.Bağlı, gerçekleşmesi bir şartı gerektiren. 2.Bağlı, bağlanmış.
bağşı: Ozan, halk şairi, saz şairi.
bağt: Baht, saadet.
bağtıyar (bağtıyaar): Bahtiyar, talihli, bahtlı.
baha: 1.Fiyat, değer, kıymet. 2.Not.
bahar: Bahar, ilkbahar.
Bahrı
Hazar: Hazar Denizi.
bak-: 1.Bakmak. 2.Görmek. 3.Gütmek.
bakan (bakaan): -a/-e doğru.
bakca: Bahçe.
bakı (baakı): 1.İlelebet, ebediyen, ebedî. 2.Ölümsüz.
bakıl-: 1.Bakılmak. 2.Beslenmek, yetiştirilmek.
bakış-: 1.Bakışmak. 2.Bakmakta, beslemekte yardımlaşmak.
bal: Bal.
bala (baala): Çocuk, yavru.
balak: Pantolon.
baldak: Bitki sapı, ot gövdesi.
balık (baalık): Balık.
balkılda-: Işıldamak, parlamak, parıl parıl parlamak.
bap (baap): Bölüm.
bar (baar): 1.Bütün, hep, tamamen. 2.Var, var olan, mevcut.
bar-: Varmak, gitmek.
barabar: 1.Beraber, birlikte.
2.Eşit.
barada (baarada): Hakkında, konuda, konusunda, dair, üzerine.
barasında (baarasında): bk. barada.
barça: Bütün.
barha: 1.Bütün, hep. 2.Gittikçe. 3.İyice, büsbütün.
barı (baarı): 1.Hepsi, bütünü. 2.Herkes. 3.Hep.
barış: Gitme, gidiş, seyir.
bark
ur-: 1.Parıldamak. 2.Güzel ve kesif koku yaymak.
barlık (baarlık): Varlık, var oluş, mevcudiyet.
barmak: Parmak.
bas-: 1.Basmak. 2.Ezmek. 3.Kaplamak. 4.Zorlamak. 5.Ağırlık vermek, üstüne çökmek. 6.Üstün çıkmak, boyun eğdirmek, yıkmak, yenmek. 7.Hapse atmak. 8.Baskın gelmek. 9.Batırmak (suya). 10.Yuvarlamak (keçe).
basğançak: Basamak.
basğıla-: 1.Çiğnemek, basarak düzeltmek. 2.Yoğurmak, karmak.
basıl-: Üstüne ağırlık düşmek, bunalmak.
basım: 1.Çabuk, hızlı, tez. 2.Hemen, derhal, süratle.
baş: 1.Baş, kafa. 2.Doruk, dağ başı. 3.Başak. 4.Başkan, önder, ile-ri gelen.
b. bol-: Başını çekmek, öne düşmek, önderlik etmek, yol göstermek.
başa bar-: 1.Yoluna/düzene girmek, düzelmek, normale dönmek. 2.Gerçekleşmek. 3.Sona ermek, bitmek.
başar-: Yapabilmek, becermek, başarmak, muktedir olmak.
başart-: 1.Başartmak, becertmek, başarıya erdirmek. 2.Başarıyla sonuçlandırmak.
başdan: Önce, önceleri, baştan.
baş eğ-: Başını eğmek, selâm vermek, selâmlamak.
başğa: Başka, diğer, gayri, öbür, öteki, sair.
başkı: İlk, başlangıçtaki.
başla-: 1.Bir işe başlamak, girişmek. 2.Başlamak (yardımcı fiil). 3.Açmak.
başlan-: 1.Başlanmak. 2.Meydana gelmek, ortaya çıkmak, türemek. 3.Gelmeye/inmeye başlamak.
başlı-barat (başlı-baraat): Düzensiz, dağınık, karışık, karmakarışık.
başlık: 1.Amir. 2.Başkan, reis.
bat (baat): 1.Bir işi yapmak için sarf edilen güç; katedilen hız, sürat. 2.Heybet.
bat-: Batmak.
bat al- (baat al-): 1.Hız almak. 2.Güçlenmek.
batır (baatır): Cesur, mert, yiğit, gözü pek, pervasız.
batır-: Batırmak.
batırlık (baatırlık): Mertlik, yiğitlik.
batlan- (baatlan-): 1.Hızlanmak, hız almak. 2.Güçlenmek.
batlı (baatlı): Şiddetli, güçlü, kuvvetli, baskın.
bay (baay): Zengin, varlıklı.
bayar: Bey, ağa.
baydak: Bayrak, sancak, flâma.
bayğuş (baayğuş): Baykuş.
bayır: Bayır, tepe, sırt, yokuş.
baylaşdır- (baaylaşdır-): 1.Zenginleştirmek. 2.İlerletmek, geliştirmek.
baylık (baaylık): Zenginlik.
bayrak: 1.Ödül, mükâfat. 2.Ganimet.
bayram: Bayram, şölen.
b. et-: Bayram etmek, bayramı kutlamak.
bazar (baazar): Pazar, çarşı.
bäbek (bääbek): Bebek, süt emen çocuk.
bäğül (bääğül): Gül.
bähbit (bähbiit): 1.Fayda. 2.Menfaat, çıkar. 3.Kâr, kazanç.
bähre al-: Tad/zevk almak, keyiflenmek, hoşlanmak.
bälçire- (bäälçire-): Şaka yapmak.
bäri (bääri): 1.Beri. 2.-dan/-den beri.
bärik (bääriik): Beriye.
bäş (bääş): Beş.
bäşatar (bääşatar): Tüfek.
bäşinci (bääşinci): Beşinci.
be:
Şaşırmayı ifade eden ünlem; vay!
becer-: 1.Tarlayı sürüp bir şeyler ekecek hâle getirmek. 2.Tamir etmek, yamamak. 3.Hastalığı iyileştirmek, tedavi etmek.
bedasıl: Kötü kalpli, kötü, fena.
beden: Beden, vücut.
bedev: Küheylân; soylu at, Arap atı.
beğ:
Bey.
beğen-: Sevinmek.
beğenç: Sevinç.
beğendir-: Sevindirmek, memnun etmek.
bela (belaa): Belâ, dert.
belent: 1.Yüksek, yüce, üstün. 2.Debdebeli, görkemli, gösterişli, şaşaalı. 3.Yüksek, sert (ses).
belet: Birini, bir yeri veya herhangi bir şeyi iyi bilen, tanıyan adam; aşina, bilgili, uyanık.
belki: 1.Belki. 2.Gâliba, herhalde, muhtemelen.
belle-: 1.Kaydetmek. 2.Belirlemek.
bellenil-: 1.İşaret konulmak, işaretlenmek. 2.Belirlenmek.
belli: 1.Belli. 2.Tanınmış, bilinen, tanınan.
bende: Kul, köle, bende.
bent: 1.Set, bent. 2.Kıta (şiir).
ber-: Vermek.
bercay (bercaay):
b. bol-: Gerçekleşmek, uygulanmak,
yapılmak.
b. et-: Yerine getirmek, icra etmek, uygulamak, yapmak.
bereket: Bereket.
bereketli: 1.Bol, bereketli, zengin. 2.Proteinli, besleyici (yiyecek).
berği: Borç.
beri: Hiç olmazsa, bari.
beril-: 1.Verilmek. 2.Satılmak. 3.Bağışlanmak. 4.(Gönül) verilmek.
berim: Rüşvet.
berk: Sağlam, dayanıklı, metin.
berkit-: 1.Pekiştirmek. 2.Güçlendirmek, kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.
bes: Kâfi, yeter.
b. et-: Bırakmak, kesmek, durdurmak.
besle-: 1.Bezemek, süslemek, giyindirmek. 2.Yetiştirmek, bakmak.
beslen-: 1.Süslenmek, bezenmek. 2.Koyulmak (yola). 3.Yetiştirilmek, bakılmak.
beşer: İnsan, insanoğlu.
beter: 1.Beter, daha kötü. 2.Çok, pek.
betniyet: Kasıt, kötü niyet.
beyan (beyaan): Beyan, ifade, açıklama.
b. et-: Beyan etmek, ifade etmek, açıklamak.
beyğel-: 1.Yavaş yavaş yükselmek, gittikçe büyümek. 2.Gittikçe güçlenmek.
beyhuş (beyhuuş): Kendinden geçen, şuurunu kaybeden, bayılan.
beyik: 1.Büyük. 2.Yüksek.
beyle: Böyle.
beyleki: Başka, öteki, diğer.
beyni: Beyin.
beyt-: Yapmak, etmek, kılmak.
bez-: Bezmek, bıkmak.
bezbeltek: Küçük toy kuşu, toy.
beze-: Bezemek, süslemek.
bezeğ: 1.Süs, süs eşyası, ziynet. 2.Nakış, motif, resim.
bezeğ ber-: 1.Süslemek, bezemek. 2.Donatmak.
bezemen: Şık, zarif.
bezzat
(bezzaat): Yaramaz, afacan.
bicay-I (biicaay): 1.Yersiz, isabetsiz, yakışıksız. 2.Rahatsız edici, huzur bozucu.
bicay-II (biicaay): Çok.
bice (biice): 1.Hisse, pay, nasip. 2.Kur'a. 3.Talih, kader, baht, şans.
biçak (biiçak): Çok, gayet çok, haddinden fazla, aşırı dercede.
biçäre (biiçääre): Çaresiz, zavallı, bedbaht.
biderek (biiderek): Boşuna, nafile, lüzumsuz, gereksiz, fuzulî, ıvır zıvır.
bidon: Bidon.
bihabar (biihabar): Bilgisiz, vukûfsuz, malûmatsız.
bil (biil): Bel.
bil-: Bilmek, anlamak.
bilbil: Bülbül.
bildir-: 1.Bildirmek. 2.Haber vermek. 3.Belli etmek.
bile: 1.İle. 2.Birlikte, beraber, bir arada.
bilek: Bilek.
bilelik: Beraberlik, birliktelik.
bilen: İle.
bilim: 1.Tahsil, öğrenim. 2.İlim, bilim.
bilimli: Tahsilli.
bimanı (biimaanı): 1.Anlamsız, yersiz. 2.Anlamsızca.
bina (binaa): Bina, apartman.
b. edil-: Bina edilmek, yapılmak, meydana getirilmek.
b. et-: Bina etmek, yapmak, meydana getirmek.
binyat (binyaat): Esas, temel.
bir: 1.Bir, tek. 2.Yalnız, tek. 3.Bir defa/kere. 4.Aynı, bir.
biraz (biraaz): Biraz, birkaç.
birbada (birbaada): 1.Birden, bir anda. 2.Önce.
birbiri (biirbiiri): Birbiri.
birce: Biricik.
birce gezek: Bir defacık, bir kerecik.
birçak: Çoktan, çoktan beri.
birden: 1.Birden, birdenbire, ansızın, aniden. 2.Hep beraber.
birdenbiire: Birden, birdenbire.
bir dövüm: Bir dilim, bir lokma.
birekbirek (biirekbiirek): Birbiri.
birentek: 1.Bazı. 2.Bazen. 3.Birçok.
bireyyäm (bireyyääm): Çoktan, çoktan beri.
birhili (birhiili): 1.Benzer, aynı, eşit, bir. 2.Tuhaf, acayip, garip. 3.Bir bakıma.
biri (biiri): Biri, birisi.
biribar (biiribaar): Allah, Hüda.
biribiri (biiribiiri): bk. birbiri.
birinci: Birinci, ilk.
birinciden: 1.Birinci olarak. 2.Her şeyden önce.
birleş-: Birleşmek, bağlanmak.
birlik-I: 1.Birlik, beraberlik. 2.Dayanışma.
birlik-II: Birim.
birnäçe (birnääçe): 1.Birkaç. 2.Bazı.
birneme: Biraz, azıcık, birazcık, bir parça.
bir öz (bir ööz): Yalnız kendi.
birsalım: Bir an.
bir topar: Bir yığın, bir grup, bir küme, bir kısım.
birvağt: 1.Bir zaman(lar), vaktiyle, eskiden. 2.Çoktan.
bir zaman (bir zamaan): Bir zaman, vaktiyle.
biş-: 1.Pişmek. 2.Yanmak. 3.Olgunlaşmak (meyve).
bişir-: Pişirmek.
bişiril-: Pişirilmek.
bit-: 1.Bitmek, tamamlanmak. 2.Bitmek, yetişmek.
bitir-: 1.Bitirmek, tamamlamak. 2.Bitirmek, tüketmek, sona erdirmek. 3.Yerine getirmek, yapmak, sonuçlandırmak.
bitiş-: Bitişmek.
bivepa (biivepaa): Vefasız, sözünde durmayan, sözünü tutmayan.
biyz: Bez, kumaş.
biz: Biz.
boğ-:
1.Boğmak, soluğunu kesmek. 2.Boğmak, bağlamak. 3.Sarmak, sararak bağlamak.
boğaz: Boğaz.
boğun: 1.Eklem, mafsal. 2.Boğum (kamış vb. bitkilerde).
bolçulık: Bolluk.
bolmasa: 1.Olmazsa, olmasa. 2.Hiç olmazsa. 3.Aksi hâlde.
bolsa: İse.
bolsa da (bolsa daa): Gerçi.
bolsadı ek-: Olmayacak şeyleri düşünmek, fantastik şeyleri hayal etmek.
bolşevik: Bolşevik; Rusya'da yirminci yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından genişletilen devrimci hareket yanlısı.
boluş: 1.Davranış, gidiş, vaziyet. 2.Oluş.
borcak
(boorcak): Bir tür bitki.
borcom: (Sağlığa faydalı) mineral suyu, maden suyu.
borç (boorç): 1.Borç. 2.Görev, ödev. 3.Verilen söz, vaad.
borçlı (boorçlı): 1.Borçlu. 2.Borçlu, minnettar.
bos-: 1.Koşuşmak, hep birlikte koşmak. 2.Uçmak. 3.Dökülmek. 4.Gitmek, yürümek, yol almak.
bossan (bossaan): Bostan, sebze bahçesi.
boş: Boş, boşuna, nafile.
boşa-: 1.Boşalmak. 2.İşi bitirip serbest kalmak. 3.Boşanmak (hayvan).
boy: 1.Boy. 2.Kenar, kıyı.
boy al-: Uzayabileceği kadar uzamak, genişleyebileceği kadar genişlemek, boy almak.
boy boyla-: Destan söylemek, hikâye anlatmak.
boyun: 1.Boyun. 2.Bağlı, boyun eğen. 3.Razı, razı olan.
b. bol-: Boyun eğmek, uymak, teslim olmak.
boyun al-: 1.İtiraf etmek, ikrar etmek, kabullenmek. 2.Bir işi yapmaya söz vermek, bir işi üzerine almak.
boyun bur-: 1.Birinden bir şey istemek, boyun bükmek. 2.Boyun eğmek.
boyunça: 1.-a/-e göre, uyarınca. 2.Konusunda, alanında.
boz:
1.Boz, kül rengi, kır, gri. 2.İşlenmemiş, sürülmemiş (toprak).
boz-: 1.Bozmak. 2.Silmek. 3.Zarar vermek. 4.Feshetmek.
bök-: Atlamak, zıplamak, hoplamak, sekmek, sıçramak.
böl- (bööl-): Bölmek.
bölek (böölek): 1.Parça, cüz. 2.Bölge. 3.Bölük.
bölün- (böölün-): Bölünmek, kırılmak, ayrılmak.
böri (bööri): Kurt (yırtıcı hayvan).
bövet: 1.Bent, set. 2.Engel.
bövet bas-: Böğemek, bent çekmek, set çekmek, engel olmak.
bövür: Böğür, yan.
bövüs-: 1.Yarmak, yırtmak, delmek. 2.Yıkmak.
brigadir: Ekip başı.
bu (buu): Bu.
buğday: Buğday.
bukca: 1.Bohça. 2.Zarf (mektup için).
bukul-: 1.Gizlenmek, saklanmak. 2.Pusu kurmak.
bula-: 1.Sallamak (el). 2.Yayılmak, uzanmak.
bulak: Kaynak, pınar.
bulaş-: 1.Bulanmak (hava). 2.Birbirine karışmak. 3.Bulaşmak.
buldozer: Buldozer.
buldura-: Parlamak.
bulut: Bulut.
bur-: 1.Bükmek, eğmek. 2.Çevirmek. 3.Kıvırmak.
burcı: Kırağı.
burç-I: Köşe.
burç-II: Biber.
burçlı: 1.Köşeli. 2.Burçlu. 3.Açılı.
burka: Kepenek.
burul-: Kıvrılmak, bükülmek.
burum-burum: Kıvrım kıvrım.
buşla- (buuşla-): Müjdelemek, muştulamak.
buşluk (buuşluk): Müjde.
bu yer (buu yer): Bura.
buyra: Kıvırcık.
buyruk: Emir, buyruk.
buysan-: 1.Sevinmek. 2.Gurur duymak, iftihar etmek, övünmek.
buysanç: 1.Sevinç. 2.Gurur, iftihar, övünç, kıvanç.
buyur-: Emretmek, buyurmak.
buz (buuz): Buz.
büdre-: 1.(Ayağı) sürçmek, tökezlemek. 2.Zorluklarla karşılaşmak, güç durumda kalmak.
büre-: Bürümek, kaplamak.
büren-: Örtünmek, kapanmak.
bürencek: Baş örtüsü.
bürğüt: Kartal.
büsbütin (büsbütiin): Büsbütün, tamamen, bütünüyle, tamamıyla.
bütevilik (< bitevilik): Birlik, bütünlük.
bütin (bütiin): Bütün.
bütinley (bütiinley): Büsbütün, tamamen, bütünüyle, tamamıyla.
-C-
cadı (caadı): 1.Büyü, tılsım, efsun. 2.Cadı.
cadıla- (caadıla-): Büyülemek.
cahan: Cihan, dünya, âlem.
cahıl (caahııl): Delikanlı.
cam (caam): Çanak, tabak, tas.
can (caan): 1.Can. 2.Sevgili, aziz.
c. et-: 1.Özenmek. 2.Çalışmak, çabalamak.
canavar: 1.Hayvan. 2.Hasta, cılız ve ölü hayvanlar için kullanılan, acıma ifadesi taşıyan bir hitap.
can ber- (caan ber-): Can vermek, ölmek.
canlan- (caanlan-): Canlanmak, dirilmek, hareketlenmek.
canlı (caanlı): 1.Canlı. 2.Koyun ve keçi gibi küçük baş hayvan; davar.
cañ: 1.Çan, zil. 2.Korna, klâkson.
c. et-: Telefon etmek.
car-I: Haber, ilân.
c. et-: Bildirmek, haber vermek, ilân etmek.
car-II: Sel suyunun aktığı yer, su yatağı.
cay (caay): 1.Bina, ev, yapı, mesken. 2.Yer.
cayla- (caayla-): 1.Yerli yerinde koymak, düzgün bir şekilde koymak. 2.Defnetmek,
ölüyü gömmek.
caytarış-: 1.Hep birlikte dimdik durmak, çıkmak, fırlamak, kabarmak.
2.Hep birlikte dağılmak.
cähek: 1.Elbise vb. şeylerin kenarına işlenen nakış, süs. 2.Kenar, kıyı, uç.
cäht: 1.Cihet, taraf, yön. 2.Sebep, cihet.
cebir: Azap, eziyet, sıkıntı.
cedel: 1.Münakaşa, tartışma. 2.Bahis.
c. et-: Bahse girmek.
cemal (cemaal): Güzel yüz, yüz.
cemende: Kımıldayan küçük hayvancıklar, yaratıklar.
cemğıyet: Cemiyet, toplum, topluluk.
cemle-: Toplamak, bir araya getirmek.
cemlen-: Toplanmak, bir araya gelmek.
cennet: Cennet.
ceñ: Cenk, savaş.
ceññel: Orman.
ceññellik: Ormanlık.
cepa (cepaa): Azap, cefa.
cerçi: Esnaf.
ceren: Ceylan.
cıda düş- (cıdaa düş-): Ayrı düşmek.
cılav: Dizgin, yular.
cın: Cin.
ciğer: Can, iç, gönül, bağır, ciğer.
ciğerbent: 1.Öz. 2.Sevgili, en çok sevilen.
ciği: Küçük kardeş.
coğap (coğaap): Cevap, karşılık.
cokrama: Yakıcı, kavurucu (sıcak).
comart
(coomaart): Cömert, eli açık.
cora (coora): Arkadaş (kızlar/kadınlar birbirleri için kullanırlar).
coş
(cooş): Coşma, taşma, coşku, cûş.
coş- (cooş-): 1.Coşmak, taşmak. 2.İlerlemek, gelişmek.
coşğun (cooşğun): Coşkunluk, coşku.
coş ur- (cooş ur-): Coşmak, kabarmak, köpürmek, kaynamak.
cotda: Biçimsiz, düzensiz, dağınık.
cöven: Mısır (yiyecek).
cövza (cövzaa): Sıcak, hararet.
cuvan (cuvaan): Genç, delikanlı.
cuvana
(cuvaana): İki yaşına gelmiş tosun.
cübüt: Çift.
cülğe: Vadi.
cümle-cahan: 1.Bütün dünya. 2.Kâinat, evren, dünya, âlem.
-Ç-
çabğa: Sağanak.
çabıra- (çaabıra-): 1.Ateş alıp sesli yanmak. 2.Alevlenmek, alev yükselmek. 3.Ateş sıçramak, ateş yayılmak/dağılmak.
çadır (çaadır): Çadır.
çağ (çaağ): 1.Zaman, vakit. 2.Çağ, devir. 3.İyi, hoş, zevkli.
çağa (çaağa): Çocuk, evlât, yavru.
çağacık (çaağacık): Yavrucuk, yavrucak.
çağalık
(çaağalık): Çocukluk.
çağır- (çaağır-): 1.Çağırmak, gelmesi için seslenmek. 2.Çağırmak, davet etmek.
çağırt- (çaağırt-): Çağırtmak, davet ettirmek.
çak: 1.Ölçü, miktar. 2.Zan. 3.Tahmin. 4.Düşünce. 5.Zaman, vakit. 6.Demek, belki, meğer, ihtimal. 7.Karar. 8.Niyet.
ç. et-: Tahmin etmek.
çak-: Sokmak, iğnesini batırmak, ısırmak.
çakılık (çaakılık): 1.Çağrı, davetiye. 2.Cümbüş.
çakla-: Sanmak, zannetmek, düşünmek.
çaknış-: 1.Kavga etmek, dövüşmek. 2.Çatışmak, vuruşmak.
çal-I (çaal): 1.Kır, kül rengi, boz, gri. 2.Ak saçlı, yaşlı, ihtiyar.
çal-II (çaal): Ayran.
çal-: 1.Çalmak (müzik aleti). 2.Sürmek, çalmak. 3.Çalmak, vurmak.
çala: 1.Biraz, hafif. 2.Hafiften. 3.Zorla, güçlükle. 4.Yavaş, ağır. 5.Yavaşça, hafifçe. 6.Alçak.
çalar-(çaalar-): Ağarmak, kırlaşmak, ak/kır düşmek.
çalık-: Kurumak, suyu çekilmek.
çalın-: Çalınmak (müzik aleti).
çalış-: 1.Trampa etmek, değişmek. 2.Değişmek, başkalaşmak. 3.Çalışmak, çabalamak.
çanak (çaanak): 1.Tahta çanak, tabak. 2.Tas.
çañ: Toz, tozlu duman.
çaña-: Tozu dumana katmak.
çañlı: Tozlu, dumanlı.
çap- I: 1.Koşmak. 2.Koşturmak.
çap- II: 1.Kesmek, doğramak. 2.Yağma etmek, talan etmek, soy-mak.
çapar: 1.Ulak, kurye, haberci. 2.Müjdeci. 3.Uydu.
çarık: Çarık.
çarlak: Martı.
çarp-: El çırpmak.
çarva: Göçebe, göçeri, konar göçer.
çarvaçılık: Göçebelik, konar göçerlik.
çaslı: Coşkun.
çatma: Üzeri dal ve hasırla örtülmüş kulübe, çardak vb.
çavuş: Bekçi, hizmetkâr.
çavuş çak-: Fısıldamak.
çay-I (çaay): Çay, dere.
çay-II (çaay): Çay (içilen).
çayıl- (çaayıl-): 1.Örtünmek, bürünmek. 2.Örtülmek. 3.Kaplanmak, üzerine sürülmek.
çayır: Çayır.
çaykan-: 1.Yalpalamak. 2.Çalkanmak, çalkalanmak.
çaylaş- (çaaylaş-): Beraber/birlikte çay içmek.
çäğe (çääğe): Kum.
çäk (çääk): 1.Elbisenin eteğine veya yakasına konan parça. 2.Sınır.
çäklen- (çääklen-): 1.Yapılan işte belli bir aşamaya gelmek. 2.Razı olmak, yetinmek.
çäre (çääre): 1.Tedbir, önlem. 2.Çare.
çäynek (çääynek): Çaydanlık, demlik.
çek-: 1.Çekmek, asılmak. 2.Çekmek, taşımak.
çekiç: Çekiç.
çekil-: 1.Çekilmek. 2.Asılmak.
çekin-: Çekinmek.
çekiş: 1.(Sigara) içiş. 2.Çekme, çekiş.
çekiş-: Kavga etmek, dövüşmek; savaşmak.
çemelen-: Hazırlanmak.
çemen: 1.Buket. 2.Çimen.
çen: 1.Tasavvur, tahmin, zan. 2.Hudut, sınır.
çene-: 1.Nişan almak. 2.Denemek, sınamak.
çenli: Kadar, değin, dek.
çensiz: 1.Ölçüsüz, sınırsız, sonsuz. 2.Pek, çok.
çensiz-çäksiz
(çensiz-çääksiz): Sınırsız, ölçüsüz.
çep: 1.Sol. 2.Dost değil, düşman.
çeper: 1.Mahir, usta, maharetli, hamarat. 2.Sanat değeri olan, edebî.
çerkez: Çölde yetişen bir bitki.
çertek: Çardak.
çeşme: 1.Çeşme, kaynak, memba, pınar. 2.Yatak (petrol vb.).
çet: 1.Uç, kenar, ücra, kuytu. 2.Uzak. 3.Taraf, yan.
çetin: Çetin.
çeyne-: Çiğnemek.
çıda-: Sabretmek, katlanmak, dayanmak, tahammül etmek.
çıdam: Tahammül, sabır.
çığ
(çıığ): 1.Çiy, nem. 2.Ter. 3.Yağmur.
çığır: Sınır, hudut.
çık-: Çıkmak.
çıkalğa: Çıkış yolu, çare.
çıkar-: Çıkarmak.
çıkardıl-: Çıkartılmak.
çıkıl-: Çıkılmak.
çın: Hakikat, gerçek, doğru.
çınar (çınaar): Çınar.
çıplak: Soğuk havada ince giyinen.
çıra: Lâmba, kandil, ışık.
çırpınış-: Birlikte çırpınmak.
çiğillem (< çiğildem): Lâle.
çiğin: Omuz.
çiğit: Çekirdek, tohum.
çiğre-: Serinlemek, soğumaya başlamak.
çiğrek: 1.Serinlik. 2.Soğuk algınlığı.
çil (çiil): Sınır çizgisi, duvar.
çilik: Ucu eğri sopayla yuvarlak kemiğe vurularak oynanan oyun.
çilim: 1.Tütün. 2.Sigara.
çilim çek-: Sigara içmek.
çiñeril-: Dikkatle bakılmak, dik dik bakılmak.
çiş (çiiş): Sim, gümüş tel.
çlen:
Üye, aza.
çoğ-:
1.Kaynamak, kaynayıp taşmak. 2.Coşmak.
çok-: Gagalamak, gagasıyla vurmak.
çola: Issız, kuytu, tenha, ücra.
çoluk: Çoban yardımcısı, çoban yamağı, küçük çoban.
çopan: Çoban, sığırtmaç.
çoyun- (çooyun-): Isınmak.
çoz-: Atılmak, fırlamak, sıçramak, saldırmak.
çök-: Çökmek.
çöket: Engin, alçak, çukur.
çöl: Çöl, sahra.
çöllük: Çöl yer, çöllük.
çölüstan (çölüstaan): Çöl yer, çöllük.
çöññe: Fersiz/bulanık gören (göz).
çöññelik: Fersizlik, bulanıklık (göz hakkında).
çöp: 1.Çöp. 2.Ot, bitki.
çöple-: Toplamak, bir araya getirmek.
çörek: Ekmek.
çöş-: Çözmek.
çövür-: Çevirmek, altını üstüne getirmek, ters yüz etmek.
çöz-: Çözmek.
çukur: Çukur.
çuñ: Derin.
çünki: Çünkü.
çüñk: 1.Gaga. 2.Yol ve benzeri şeylerin
kavuştuğu yer, köşe.
çüyret-: Çürütmek.
çüyşe: 1.Cam. 2.Şişe.
-D-
da (daa): Dahi, da.
daban (daaban): Taban.
dabaralı: 1.Görkemli, şatafatlı, debdebeli. 2.Önemli.
dağ-I (daağ): Dağ.
dağ-II (daağ): Yara.
dağdan: Dağlarda yetişen büyük bir ağaç olan "dağdan"dan, gümüş ve benzeri şeylerden yapılan; kadınların boyunlarına taktıkları ziynet eşyası; kolye.
dağı: 1.Daha, başka, başkası. 2.Dahi, bile. 3.Dahi, da, de.
dağla-(daağla-): Damga vurmak, damgalamak, markalamak, dağlamak.
dağlı (daağlı): Yaralı.
dahıl: 1.İlgi, alâka. 2.Karışma, müdahale. 3.Katkı.
dak-: 1.Takmak, iliştirmek. 2.(Ad) vermek.
dakın-: Takınmak; bir şeyi üzerine takmak, iliştirmek.
dala- (daala-): 1.Dövmek, dayak atmak, atışmak, dalamak. 2.Azarlamak, paylamak, verip veriştirmek.
dalaş (daalaş): 1.Tartışma, münakaşa, çekişme, atışma. 2.Döğüş, kavga, dalaş.
d. et-: Çekişmek, dövüşmek, kavga etmek.
dam-: Damlamak.
damar: Damar.
damca: Damla.
dana (daana): 1.Bilgi sahibi, okumuş, bilgili. 2.Bilge.
dañ: Tan yeri, tan, şafak.
dañ-: Bağlamak, düğümlemek.
dañ at-: Tanyeri ağarmak, şafak sökmek.
dar-I (daar): Dar.
dar-II (daar): Dar ağacı.
dara- (daara-): Atılmak, saldırmak, hücum etmek.
dara-: Taramak.
darağt: Ağaç.
darak: Tarak.
daran-: Taranmak.
darayı (daraayı): Sık dokunmuş, kızıl ve yeşil renkli ince ipek kumaş.
darğa-: Dağılmak, yayılmak.
darık- (daarık-): Sıkıntı duymak, bunalmak, kederlenmek.
dart-: Çekmek, germek.
daş (daaş): Taş.
daş-I: 1.Dış, dışarı, etraf, çevre. 2.Dış, dış görünüş, kılık kıyafet.
daş-II: 1.Uzak. 2.Ayrı.
daşa-: Taşımak, götürmek.
daşlaş-: Uzaklaşmak.
daş-töverek: Etraf, çevre, civar, ortalık.
dat- (daat-): Tatmak.
dat-I (daat): Bağırma, feryat, çığlık, imdat.
dat-II (daat): Tat, lezzet.
datlı (daatlı): 1.Tatlı, hoş. 2.Tatlı, lezzetli.
dayan-: 1.Dayanmak, yaslanmak. 2.(Ümit) bağlamak.
dayav: 1.Dayanıklı, metin, sağlam. 2.Cüsseli, iri vücutlu, babayiğit.
dayhaan: Çiftçi, rençber.
dayım
(daayım): Daima, her zaman, sürekli.
dayza: Teyze.
däde (dääde): Baba.
däl (dääl): 1.Değil. 2.Hayır, yok.
däli (dääli): Deli, divane.
däli-porhan
(dääli-porhaan): Deli, aklını yitirmiş.
däne (dääne): Tane, tahıl tanesi.
däp (dääp): Gelenek, âdet, alışkanlık.
d. et-: Alışkanlık hâline getirmek,
âdet edinmek.
däp-dessur (dääp-dessuur): Gelenek görenek, âdet, anane.
däri (dääri): 1.Barut. 2.Derman, ilâç.
de: Dahi, de.
değ-: 1.Değmek, dokunmak, el sürmek. 2.Eş değerde olmak.
değiş-: 1.Değişmek. 2.Şakalaşmak.
değre: Çevre, etraf, civar.
değre-daş: Çevre, etraf, civar.
dek: Gibi, kadar.
del: 1.Yabancı, yad. 2.Seyrek rastlanan, güçlükle bulunabilen, nadir, kıt.
d. bol-: Kıt olmak, az bulunmak.
delil (deliil): Delil.
delmir-: Birine acındıracak şekilde bakmak, yalvararak bakmak.
dem: 1.Nefes, soluk. 2.An.
dem al-: 1.Nefes almak, soluk almak, solumak. 2.Dinlenmek.
demir: Demir.
demir yol (demir yool): Demir yolu.
demle-: Demlemek.
deñ: 1.Denk, aynı, aynı seviyede, eşit, benzer. 2.Denk, karşı.
deñ-duş (deñ-duuş): Yaşıt, akran.
deñe-: Bir tutmak, aynı değerde/düzeyde görmek, benzetmek.
deñiz: Deniz.
deñlik: Denklik, eşitlik.
dep:
d. bol-: Defolmak.
d. et-: 1.Durdurmak, son vermek. 2.Önlemek, önüne geçmek. 3.Defetmek, kovmak.
dep-: Tepmek, tekmelemek.
depder: Defter.
depe: Tepe.
depo: Lokomotifler, vagonlar bulunan ve tamir edilen özel yer; tren atölyesi.
deprek: Davul.
der: Ter.
der dök-: Ter dökmek, çok çalışmak, zahmet çekmek.
dere: İki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi, koyak.
derece: 1.Derece. 2.Seviye, düzey.
derek-I: Kavak.
derek-II: Yer, mukâbil, karşılık.
dergah (dergaah): Huzur, kat.
derkar (derkaar): 1.Lüzumlu, gerekli, gerek, lâzım. 2.Faydalı.
derle-: Terlemek.
derman (dermaan): Derman, ilâç, deva.
derrev: 1.Derhâl, hemen. 2.Çabuk.
ders:
Ders.
dert: 1.Dert, hastalık. 2.Dert, sıkıntı.
dervayıs (dervaayıs): Gerekli, zorunlu, önemli.
derveze: Kapı, avlu kapısı, giriş.
derviş: Derviş.
derya (deryaa): Irmak, nehir, çay.
dessan (dessaan): Destan.
desse: Deste, demet (çiçek, buğday vb.).
dessine: Hemen, derhâl.
dessur (dessuur): Gelenek, örf, âdet.
dest:
1.El. 2.Sıra, derece.
deş-: Delmek.
deyin: Gibi, kadar.
dım-: Susmak, sesini çıkarmamak, sesini kesmek.
dımdırslık: 1.Sessiz sedasız. 2.Sessizlik, sükûnet.
dımış-: Hep birlikte susmak.
dın- (dıın-): Kurtulmak, kendini kurtarmak.
dınç
(dıınç): 1.Tatil. 2.Sakin, rahat.
dınç al- (dıınç al-): Dinlenmek.
dırmaş-: Tırmanmak.
dırnak: 1.Tırnak. 2.Tırnak işareti.
dız (dıız): Diz.
dıza-: 1.Atılmak, yüklenmek. 2.Çalışmak, çabalamak.
didar (diidaar): Yüz, cemal, didar, güzel yüz.
dik: Dik.
dik-: 1.Dikmek, kaldırmak. 2.Batırmak, saplamak.
dik dur-: Ayakta durmak, durmak, dikilmek.
dikel-: 1.Dikilmek, doğrulmak. 2.Yerinden kalkmak, ayağa kalk-mak, doğrulmak. 3.Ortaya çıkmak, türemek.
dil: 1.Dil. 2.Esir.
dil-: Dilmek, yarmak.
dil bit-: Konuşmaya başlamak, dillenmek, dile gelmek.
dildar (dildaar): Sevgili, yâr, yavuklu.
dile-: Dilemek, istemek, arzu etmek.
dile düş-: Anlamak, kavramak.
dile gel-: Dile gelmek, dillenmek.
dileğ: İstek, dilek, arzu.
d. et-: Dilemek, istemek.
dilevar (dilevaar): Hatip, konuşmacı.
dilim: Dilim.
dillen-: Dillenmek, konuşmak, konuşmaya başlamak.
dilsizlik: Az konuşma, konuşkan olmama, sessizlik.
dil yetir-: Dil uzatmak, incitmek.
din (diin): Din.
diñ: 1.Burç (kale). 2.Kule.
diñe: Yalnız, ancak, sadece, tek.
diñle-: Dinlemek.
diñleyci: Dinleyen, dinleyici.
diñ sal-: 1.Kulak kesilmek, dikkatle dinlemek. 2.Dinlemek, işitmek.
direğ (diireğ): Destek, mesnet, direk.
diri (diiri): Diri, canlı.
diril- (diiril-): Dirilmek, canlanmak.
diş (diiş): Diş.
dişle- (diişle-): Dişlemek, ısırmak.
divana (diivaana): Divane, deli.
divar (diivaar): Duvar.
diy-: Demek, söylemek.
diyar (diyaar): Yaşanan yer, diyar, yurt, ülke.
diydir-: Dedirmek, söyletmek.
diyen-I: 1.Diye, denilen. 2.Adlı, isimli.
diyen-II: Şeklinde, şeklindeki, gibi bir.
diyil-: Denilmek, söylenmek.
diyip: Diye, denilen.
diyiş-: Söyleşmek, karşılıklı konuşmak, sohbet etmek, birbirine bir şeyler söylemek.
diymek: Demek, demek ki.
dodak (doodak): Dudak.
doğ-: Doğmak, dünyaya gelmek.
doğa (doğaa): Tılsım.
doğan: Kardeş.
doğan-garındaş: Akraba, yakın.
doğanlık: Kardeşlik.
doğrı: Doğru, düz.
doğruçıl: 1.Candan, içten, samimî. 2.İçtenlikle.
doğrudan: Gerçekten, hakikaten.
doğul-: Doğrulmak, dünyaya getirilmek.
dok: Tok.
doka-: Dokumak.
dokuz: Dokuz.
dol- (dool-): 1.Dolmak. 2.Hayata geçmek, uygulanmak. 3.Sokulmak (kucak). 4.Tıkanmak, düğümlenmek (boğaz).
dola-: Sarmak, dolamak.
dolan-: Dolanmak.
dolanışık: Dönüşümlü olarak ekme yöntemi (tarım).
doldur- (dooldur-): Doldurmak.
dolı (doolı): 1.Dolu. 2.Tok, yetkin. 3.Eksiksiz, iyice.
don (doon): Elbise; palto şeklinde erkek elbisesi.
doñ-: Donmak, buz tutmak.
doñaklık: Donukluk, donmuşluk.
doñ yürek: Katı kalpli, taş yürekli, gaddar, zalim.
dost (doost): Dost, ahbap, arkadaş.
dostluk (doostluk): Dostluk.
dost-yar (doost-yaar): Dost ve yâr.
dovam (dovaam): Devam.
d. et-: Devam etmek.
dovamlı (dovaamlı): Devamlı, sürekli.
dovul: Panik.
dovula düş-: Paniğe kapılmak.
dovzah: Cehennem.
doy-: Doymak.
doyumlık: Doyumluk; doymaya yetecek kadar olan yiyecek.
doyur-: Doyurmak.
dök-: 1.Dökmek. 2.Saçmak, dağıtmak, yok etmek.
dökül-: Dökülmek.
döm-: 1.Fışkırmak, yararak çıkmak. 2.Birden ortaya çıkmak, türemek.
dön- (döön-): 1.Dönmek, çevrilmek. 2.Dönmek, geri dönmek.
dönder- (döönder-): Döndürmek, çevirmek.
dör- (döör-): 1.Karıştırmak, kurcalamak.
2.Aramak, araştırmak, kurcalamak, yoklamak.
döre-: Türemek, meydana gelmek, hasıl olmak.
döredicilik: Yaratıcılık.
döret-: 1.Türetmek, meydana getirmek. 2.Yaratmak.
dört (döört): Dört.
dörtleme (döörtleme): Dörtleme, dörtlük.
döş (dööş): Göğüs, bağır, döş, gerdan, sine.
döv-: 1.Kırmak. 2.Parçalamak, bozmak.
dövlek: Kırılgan, kolayca kırılan.
dövlet-I: Devlet.
dövlet-II: Baht, saadet, mutluluk.
dövran (dövraan): 1.Kader, talih, devran. 2.Zaman, devir.
dövtalap: 1.Teşne, susamış. 2.Çok istekli, şevkli.
dövüm: Dilim, lokma.
dövür: Devir, çağ.
dövürdeş: Çağdaş, aynı çağda yaşayan, devirdeş.
dövüş: Dövüş, kavga.
döz-: Tahammül etmek, sabretmek, dayanmak, katlanmak.
dul (duul): Evin içinin sağ veya sol yanı/köşesi.
dul:
Dul.
duman (dumaan): Duman, sis, pus.
dumlı-duş (dumlı-duuş): Her taraf, dört bir yan.
dur-: 1.Durmak. 2.Ayağa kalkmak, dikilmek.
dura-bara: 1.Yavaş yavaş, ağır ağır. 2.Git gide, gittikçe.
duralğa: 1.Durak (otobüs vb. için). 2.Liman.
durmuş: Hayat, ömür.
durna: Turna.
durnuklı: 1.Dayanıklı, sabit, sağlam, kalıcı. 2.Kalıplaşmış, klişe.
durşuna: Baştan başa, boydan boya, bütünüyle, büsbütün.
duruş: Durma, duruş.
duş (duuş): 1.Yan, yakın, çevre, etraf. 2.Yaşıt, akran.
duş-
(duuş-): 1.Rastgelmek, karşılaşmak. 2.Uğramak, duçar
olmak.
duşman (duşmaan): Düşman.
duşuş- (duuşuş-): Karşılaşmak.
dutar (duutaar): Dutar; iki telli Türkmen çalgısı.
duvlan-: Yaslanmak.
duy-: Duymak, hissetmek, sezmek, anlamak.
duydansız (duydaansız): Birdenbire, birden, aniden, habersiz, beklenmedik bir anda, anî.
duydur-: Duyurmak, önceden haber vermek.
duyğı: Duygu, his.
duyğudaşlık: 1.Aynı şeyleri düşünme / duyma ; duygudaşlık. 2.Acıma, merhamet.
duz (duuz): Tuz.
duzak: Tuzak, kapan.
dükan (dükaan): 1.Dükkân. 2.Mağaza.
dünyä (dünyää): Dünya.
dür: İnci.
dürbi: Dürbün.
dürli: Türlü, çeşitli.
düş- I: 1.İnmek. 2.Düşmek. 3.Anlamak, sezmek, farketmek.
düş- II: Suya girmek, yıkanmak.
düşek: 1.Döşek. 2.Yatak.
düşle-: Ara vermek, mola vermek.
düşnükli: Açık, anlaşılır.
düşün-: Anlamak, kavramak, bilmek.
düşünce: 1.Düşünce, fikir. 2.Bilgi, malûmat.
düşündir-: Anlatmak, açıklamak.
düşündiril-: Anlatılmak, açıklanmak.
düşür- I: 1.İndirmek. 2.İndirmek, boşaltmak.
düşür- II: Yıkamak, suya batırmak.
düvme: 1.Düğme. 2.Kabarcık (suda).
düvünçek: 1.Bohça, çıkın. 2.Düğüm, boğum. 3.Kavşak.
düye: Deve.
düyn: Dün.
düyp: 1.Dip. 2.Asıl, temel. 3.Kök.
düyş: Düş, rüya.
düz: Düz, düzgün, doğru.
düz-: Dizmek, sıralamak.
düzğün: 1.Sistem, düzen. 2.Kural.
düzğün-tertip
(düzğün-tertiip): Düzen, tertip, nizam, kural, kaide.
düzlük: Doğruluk, dürüstlük.
düzül-: 1.Dizilmek. 2.Toplanmak.
düzüm-düzüm: Dizi dizi, saf saf.
-E-
ecap (ecaap): Utanma, hicap, haya.
e. et-: Utanmak, haya etmek.
ece: Ana, anne.
eciz (eciiz): Güçsüz, âciz, zavallı.
ecizle- (eciizle-): Güçsüzleşmek, güçten düşmek, gücünü yitirmek.
eçil-: 1.Cömert davranmak, cömertlik etmek, vermek. 2.Çok olmak, bol olmak. 3.Ölçüyü kaçırmak.
eda (edaa): Naz, işve, cilve.
edebiyat (edebiyaat): Edebiyat.
edenli: Hamarat, becerikli, maharetli, yetenekli, kabiliyetli.
edep: Edep, incelik, nezaket.
edermen: Cesur, yürekli, yiğit.
edil: 1.Tıpatıp, aynen, tıpkı. 2.Tam, iyice. 3.Güya, sanki.
edil-: Yapılmak, edilmek.
edin-: 1.Yapmak, hazırlamak. 2.Edinmek, temin etmek.
efir: Hava boşluğu, yükseklik, hava.
eğ-: Eğmek.
eğer: Eğer.
eğil-: Eğilmek.
eğin: 1.Omuz. 2.Üst, üst baş, sırt.
eğin-eşik: Üstbaş, elbise.
eğir-: 1.Eğirmek. 2.Bir yere veya bir şeyin etrafına toplamak.
eğlen-: Geç kalmak, gecikmek, vaktinde gelmemek.
eğri: Eğri.
ek-: 1.Ekmek, dikmek. 2.Kırmak, dağıtmak, işe yaramaz hâle getirmek.
eken: İmiş.
ekeni: İmiş.
ekerançı (ekeraançı): Çiftçi.
ekil-: Ekilmek.
ekin: 1.Ekilen şey; ekin, sebze vb. 2.Tarla, ekili alan. 3.Ekme, ekiş.
ekle-: Beslemek, bakmak, koruyup büyütmek.
el: 1.El. 2.Kol.
el ber-: 1.El ele vermek. 2.Anlaşmak, uzlaşmak. 3.El uzatmak.
elbetde: Elbette, şüphesiz, kuşkusuz.
elek: Elek.
elen-: 1.Titremek, sallanmak. 2. Sıkıntı/güçlük çekmek, ezilmek.
elhenç: 1.Korkunç. 2.Sert, şiddetli.
elin (eliin): 1.Eliyle. 2.Kendin, kendini.
elli: Elli (sayı).
elli-bizar (elli-biizaar): Bıkma, bezme.
elmıdam (elmıdaam): Daima, sürekli, devamlı, hep.
elmıdama (elmıdaama): bk. elmıdam.
elpe-şelpelik: Varlıklı yaşama, güvenceli
bir şekilde hayat sürme.
elt-: Götürmek, iletmek, teslim etmek.
elvan (elvaan): Açık kırmızı, kırmızı, kızıl.
em: İlâç.
e. et-: 1.Çare bulmak, derde deva bulmak, hastalığı iyileştirmek. 2.Islah
etmek, iyi duruma getirmek.
em-: Emmek.
emdir-: Emdirmek, emzirmek.
emel: 1.Meslek, iş. 2.Hile, kurnazlık.
e. et-: 1.İş yapmak, çalışmak, yapmak, etmek. 2.Başarmak, becermek. 3.Hile yapmak.
emeldar (emeldaar): Memur, görevli.
emir: Emir, buyruk.
emläk (emlääk): Mülk.
emma (emmaa): Ama, ancak, fakat, lâkin.
emme: Meme, göğüs (çocuk dilinde).
emr: bk. emir.
e. et-: 1.Emretmek, buyurmak. 2.Hükmetmek, hüküm sürmek.
enayı (enaayı): İyi, güzel, muhteşem, harika, fevkalâde.
ençe: bk. ençeme.
ençeme: 1.O kadar, bu kadar, bunca. 2.Birçok. 3.Defalarca. 4.Nice.
endik: 1.Alışkanlık, âdet, huy. 2.Beceri, eli yatkınlık, meleke.
e. et-: Alışkanlık hâline getirmek, âdet edinmek, alışmak.
endire-: Zangır zangır titremek.
ene: 1.Ana, anne. 2.Baba anne, büyük anne, nine.
ene-ata: Ana baba.
entek: Hâlen, şimdilik, henüz, daha, şimdi.
eñ-: 1.İnmek. 2.Azalmak, inmek. 3.Hücum etmek, saldırmak, atılmak, yüklenmek. 4.Koşarak gitmek, acele gitmek.
eñek: Çene.
e. et-: Mücadele etmek, uğraşmak, çabalamak.
eñre-: Ağlamak, göz yaşı dökmek.
epğek: Alevli sıcak, çok sıcak.
epos:
Destan.
erbet: Kötü, fena.
ercel: Israrlı, azimli.
ere-: Erimek.
eren:
Ermiş, veli.
eret-: Eritmek.
erik: Kayısı.
erin: Dudak.
erk: 1.İrade, arzu, istek. 2.Azim.
e. et-: 1.Dediği/dilediği her şeyi yaptırmak, hükmetmek. 2.Kendine hakim olmak.
erkana (erkaana): Hür, bağımsız, serbest, özgür.
erkek: Erkek.
erkin: Azat, hür, serbest, bağımsız, özgür.
erkinlik: Hürriyet, hürlük, bağımsızlık, özgürlük, serbestlik.
erte: bk. ertir.
erteki: Masal.
ertir (ertiir): 1.Yarın, ertesi gün. 2.Sabah.
esas (esaas): Esas, asıl.
esasan (esaasan): Esasen.
esası (esaası): Başlıca, esas, asıl.
esaslan- (esaaslan-): Dayanmak.
eser: Eser.
eset-: 1.Göz kulak olmak, bakmak, gözetmek. 2.Bakmak, görmek, seyretmek, izlemek.
esğer: Asker.
esğerlik: Askerlik.
esli: Epey, epeyi, epeyce, hayli, bir hayli.
esse: Kat, misli.
eşek: Eşek, merkep.
eşidil-: İşitilmek, duyulmak.
eşik:
1.Elbise. 2.Örtü, kap.
eşit-: İşitmek, duymak.
eşret: Mutlu yaşama.
et: Et.
et-: Yapmak, etmek.
etek: Etek.
etyud: Etüt, inceleme, araştırma, ön çalışma, mütalâa, müzakere.
ey: Aman, ey, hey, heyhat!
eye: 1.Sahip, mal sahibi. 2.Cin, şeytan.
e. bol-: Sahip olmak, sahiplenmek, sahip çıkmak.
eyer-: Takip etmek, izlemek, (bir şeye göre) hareket etmek.
eyerle-: Eyerlemek.
eyğilik: İyilik, güzellik, hayır.
eyle-: Etmek, eylemek, yapmak.
eysem: 1.O zaman, o hâlde, öyleyse. 2.Yoksa.
eyvan (eyvaan): Hol, sofa.
eyyäm (eyyääm): 1.Artık. 2.Daha. 3.Çoktan, çoktan beri.
ezil-: Islanmak.
eziz (eziiz): Aziz, kıymetli, sevgili.
Ezrayıl: Melek adı; Azrail.
-F-
fabrik: Fabrika.
forma: 1.Forma. 2.Şekil, biçim. 3.Kalıp.
Fransuz: Millet adı; Fransız.
front: Cephe (savaş).
-G-
gaba (gaaba): 1.Büyük, iri, kaba, şişkin, kalın. 2.Çok, fazla.
gaba- (gaaba-): Çevirmek, kuşatmak.
gaban- (gaaban-): Kıskanmak.
gabarçık (gaabarçık): 1.Nasır. 2.Vücudun su toplayan yeri, kabarcık.
gabat: Karşı, karşı taraf.
gabat gel-: Karşılaşmak, rastlamak.
gabır: Kabir, mezar, sanduka.
gabsa: 1.Kapı. 2.Kanat (pencere).
gaç-: 1.Kaçmak. 2.Düşmek.
gaça dur-: Uzak durmak, uzaklaşmak.
gaçır-: 1.Kaçırmak. 2.Düşürmek. 3.Yitirmek. 4.Dökmek, damlatmak.
gadam: 1.Adım. 2.Ayak.
gadam bas-: 1.Ayak basmak. 2.Adım atmak, yürümek, hareket etmek, gitmek.
gadam goy-: 1.Ayak basmak. 2.Adım atmak, yürümek, hareket etmek.
gadam ur-: 1.Ayak basmak. 2.Adım atmak, yürümek, hareket etmek.
gadım (gadıım): Çok önceki, çok eski, eski.
gadımı (gadıımı): Eski, kadim.
gadır: 1.Saygı, hürmet. 2.Kıymet, değer.
g. et-: 1.Saygı duymak, saygı göstermek, hürmet etmek. 2.Değer vermek.
gadırdan (gadırdaan): Kadirşinas, değerbilir.
dadır-gımmat: Kadir kıymet, değer.
gadırlı: 1.Hürmetli, saygılı. 2.Kıymetli, değerli.
gağşa-: Titremek.
gahar: Öfke, hiddet, kızgınlık.
g. et-: Öfkelenmek, hiddetlenmek, kızmak, sinirlenmek.
gaharlı: Kızgın, öfkeli.
gahatlık: 1.Kıtlık. 2.Azlık, seyreklik.
gahrıman (gahrımaan): Kahraman, yiğit.
gal- (gaal-): 1.Kalmak. 2.Durmak, kalmak (yardımcı fiil).
gal-: 1.Kalkmak. 2.Kalkmak, yükselmek, yükseğe çıkmak, uçmak.
gala (galaa): 1.Kale. 2.Şehir, köy.
galam: Kalem.
galapın (galapıın): 1.Çoğunluk, ekseriyet. 2.Çoğunlukla.
galayı (galaayı): Kalaylı.
galdır- (gaaldır-): Bırakmak, alıkoymak.
galdır-: Kaldırmak.
galğa- (gaalğa-): Hareket etmek, sallanmak.
galğat- (gaalğat-): Hareket ettirmek, sallamak.
galıñ I: Kalın.
galıñ II: Başlık parası
galıñ III: 1.Birkaç. 2.Bazı.
galıp (gaalııp): Kalıp.
galış- (gaalış-): Birlikte kalmak.
galış-: Birlikte kalkmak/yükselmek.
galk-: Kalkmak.
galkan: Kalkan.
galkın-: 1.Kalkmak. 2.Yükselmek.
galla: Tane, tohum, tahıl.
galpak: Küçük çocukların henüz kesilmemiş saçı.
galpılda-: Üşümekten veya korkmaktan dolayı titremek.
galplık: Gerçek olmama, yalan, hile.
galtaman: Haramî, hırsız, haydut, eşkıya.
gam: Gam, kaygı, keder.
gamçıla-: Kamçılamak, kamçıyla vurmak.
gamçı ur-: Kamçıyla vurmak, kamçılamak.
gamını iy-: Sıkıntısını çekmek/duymak, endişesini taşımak.
gamış: Kamış, saz.
gamza: Gamze, nazlı bakış, keskin bakış.
gan (gaan): Kan.
gan- (gaan-): Susuzluğu gitmek, kanmak.
ganat (gaanat): Kanat.
ganat ger- (gaanat ger-): 1.Kanat germek, korumak, himayesine almak. 2.Kanat germek, uçmak için hazırlanmak.
ganat kak- (gaanat kak-): Kanat çırpmak.
gandım: Bir tür bitki.
ganım (ganıım): Düşman, hasım.
gant: Şeker.
gañır-: 1.Eğmek, bükmek, kanırmak. 2.Sökmek, çıkarmak.
gap (gaap): 1.Kutu. 2.Kap.
gap-: Kapmak.
gapak: Kapak, tıpa, tapa.
gapan: Tuzak.
gapcık: Cüzdan.
gapdal: Böğür, yan.
gapı: Kapı.
gapıçı: Kapı bekçisi.
gapıl
(gaapıl): Gâfil, cahil, bilgisiz. 2.Ansızın,
birdenbire.
gapma-garşılık: Çelişki, zıtlık.
gar (gaar): Kar.
gar- (gaar-): Karmak, karıştırmak.
gara: 1.Kara. 2.Slûet, gölge, karaltı. 3.Dış taraf, dış görünüş. 4.İftira. 5.Kötü, uğursuz, sıkıntılı.
gara-: Bakmak.
garabağır: İyi kalpli, başkalarına yardıma hazır.
gara gün: Sıkıntılı gün, ağır hayat şartlarının yaşandığı gün, kara gün, kötü gün.
garağol (garağool): Haşarı, yaramaz.
garakçı: Yağmacı, haydut.
garaköl
(garakööl): Astragan.
garal-: Kararmak.
garalı (garaalı): Kara erik.
garamal (garamaal): Büyükbaş hayvan.
garamañlay: Talihsiz.
garamat (garaamat): 1.Günah, suç, kabahat. 2.İftira.
garañkı: Karanlık.
garañkıra-: Kararmak.
garaş-: Beklemek, gözlemek.
garaşsız: Bağımsız.
garavul: Bekçi, muhafız, nöbetçi.
garayış: 1.Bakma, bakış. 2.Dünya görüşü.
garaz: Sözün kısası, kısacası, nihayet.
garban-: Bir şeyler atıştırmak, yemek.
gardaş: Kardeş, birader.
garğa: Karga.
garğan-: Beddua/kargış etmek, ilenmek.
garğış: Beddua, kargış, lânet.
garıl- (gaarıl-): Karılmak, karıştırılmak.
garın: Karın.
garınca: Karınca.
garındaş: Akraba.
garıp (garııp): Fakir, yoksul, garip.
garıp-gasar (garııp-gasar): Fakir, yoksul, fakir fukara.
garıpçılık (garııpçılık): Fakirlik, yoksulluk.
garış- (gaarış-): Karışmak.
gark:
g. et-: Gark etmek, boğmak.
garlavaç (garlavaaç): Kırlangıç.
garmon: Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titreme yoluyla çalınan körüklü, elde taşınabilir bir çalgı; akordeon.
garnizon: Garnizon.
garpış-: 1.Dalaşmak, ağız kavgası etmek. 2.Çarpışmak. 3.Kucaklaşmak, birbirine sarılmak.
garpız: Karpuz.
garra-: Yaşlanmak, ihtiyarlamak.
garrat-: Yaşlanmasına sebep olmak, ihtiyarlatmak, kocatmak, kocaltmak.
garrı: İhtiyar, yaşlı.
garrılık: İhtiyarlık, yaşlılık.
garsak: Soluk kahverengi, karnı beyaz tüylü, kısa kulaklı, postundan kürk yapılan bir memeli türü; karsak.
garşı I: 1.Karşı. 2.Ters.
garşı II: Her zaman, sürekli, hep, sık sık, tekrar tekrar.
garşı al-: Karşılamak.
garşı-garşı: Ters ters.
garşı git-: Karşı koymak, direnmek.
garşıla-: Karşılamak.
gartañ: Yaşlanmaya başlayan, yaşlanan, yaşlı, ihtiyar.
gasın: 1.Kıvrım. 2.Kırışık, buruşuk.
gaş (gaaş): 1.Kaş. 2.Karşı, ön.
gat: Kat, tabaka.
gat-: Katmak, ilâve temek.
gatbar-gatbar: Katmer katmer, kat kat.
gatı: 1.Katı, sert, pek, tıkız. 2.Pek, çok. 3.İyi, iyice.
gatı gör-: Gücenmek, darılmak, kırılmak.
gatı gül-: Kahkahayla gülmek, yüksek sesle gülmek.
gatık: Yoğurt.
gatış-: Karışmak, karılmak, katılmak.
gatna-: Sürekli gidip gelmek.
gatnaşık: İlişki, bağlantı.
gavun (gaavun): Kavun.
gay: 1.Tipi, güçlü/dondurucu soğuk, fırtına. 2.Savaş, harp.
gay- (gaay-): Kaymak, hızlıca gitmek.
gaya: Kaya.
gayğa bat- (gayğaa bat-): Kaygılanmak, kederlenmek, tasalanmak, gamlanmak, kedere bürünmek.
gayğa git- (gayğaa git-): Kedere bürünmek, kederlenmek.
gayğı: Kaygı, keder, dert, sıkıntı, üzüntü, gam.
gayğı-gam: Kaygı, keder, üzüntü.
gayğı-gussa: Kaygı, keder, gam.
gayğı-hasrat: Kaygı, keder, elem.
gayğır-: Esirgemek, acımak.
gayık: Kayık, sandal.
gayım (gaayım): 1.Dayanıklı, sağlam, sıkı. 2.Sebatlı, yılmaz. 3.Rahat. 4.Elverişli, uygun, müsait.
gayıp (gaayıp): Kayıp.
g. bol-: Kaybolmak, yitmek.
gaymak: Kaymak (sütteki).
gaymalaş- (gaaymalaş-): Telâşla oraya buraya koşmak, koşuşturmak.
gayna-: Kaynamak, pişmek.
gaynat-: Kaynatmak, pişirmek.
gayra: 1.Kuzeydoğu. 2.Arka, geri, art, iz.
gayrat (gayraat): 1.İrade. 2.Azim, gayret. 3.Cesaret.
g. et-: Gayret etmek, çalışmak.
gayratlı (gayraatlı): 1.Gayretli. 2.Cesaretli, yürekli.
gayrı: Başka, gayrı, diğer.
gayt-: Dönmek, geri dönmek.
gayta: 1.Tekrar. 2.Geri.
gaytala-: 1.Tekrar etmek, tekrarlamak. 2.Yeniden belirmek, tazelemek (yara, hastalık vb.).
gaytalan-: 1.Tekrar edilmek, tekrarlanmak. 2.Yeniden ortaya çıkmak, tazelenmek (hastalık, yara vb.).
gaytar-: 1.Geri çevirmek, defetmek. 2.Geri koymak.
gaz (gaaz): Kaz.
gaz: 1.Gaz. 2.Hava gazı.
gaz-: Kazmak, eşmek.
Gazak: Kazak.
gazal: Gazel.
gazan (gaazan): Kazan.
gazan-: Kazanmak.
gazap: Gazap, öfke, hiddet, kızgınlık.
g. et-: Kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek.
gazet: Gazete.
gazı: Sulama kanallarını, arkları kazma işi; kanal kazma.
gazık: Kazık.
gazıl-: Kazılmak, eşilmek.
gazlı: Gazlı.
gazlı suv: Gazoz.
gäbi az- (gääbi aaz-): Yoldan çıkmak, dengesi bozulmak, aklını yitirmek, çıldırmak.
gämi (gäämi): Gemi.
gämik (gäämik): Filiz, sürgün.
gävür (gäävür): Gâvur.
geç-: 1.Geçmek. 2.Bağışlamak (suç, günah). 3.Girmek, katılmak.
geçi: Keçi.
geçir-: Geçirmek.
geçiril-: 1.Geçirilmek. 2.Yapılmak.
geçmiş: 1.Geçmiş. 2.Geçmiş, olmuş, bitmiş.
geday (gedaay): Dilenci.
gedem: Mağrur, gururlu, kibirli.
gel-: 1.Gelmek. 2.(Meydana) gelmek.
gelcek: Gelecek, istikbal.
gelin: Gelin.
gelinlik: Gelinlik.
geliş: Gelme, geliş.
gelnece: Yenge.
gelşik: Yakışık, yaraşık, güzel görünme.
gemir-: Kemirmek.
genç: Servet, zenginlik.
general: General.
geñ: Hayret verici, şaşırtıcı, tuhaf.
geñirğen-: Birine veya bir şeye şaşırmak.
geñsi: 1.Mükemmel, şahane, nefis, enfes, iyi, güzel, fevkalâde. 2.Bir hoş, garip, tuhaf, şaşırtıcı.
geolog: Jeolog, jeoloji uzmanı/mühendisi.
gep: Söz, lâf.
geple-: Konuşmak, söylemek, bahsetmek.
geplet-: Konuşturmak, söyletmek.
gepleş-: Konuşmak, sohbet etmek, fikir alış verişinde bulunmak.
ger-: Germek, açmak, genişletmek.
gerçek: Yiğit, babayiğit, cesur.
gerden: Omuz.
gerek: Gerek, lâzım, gerekli, lüzumlu.
g. bol-: Gerekmek, ihtiyaç olmak, gerek duyulmak.
geriş: 1.Sıradağ(lar). 2.Sırt, bel.
getir-: 1.Getirmek. 2.Sıralamak, peş peşe söylemek.
gey-: Giymek.
geyil-: Giyilmek.
geyim: Elbise, giysi, kıyafet.
geyim-gecim: Giyim kuşam, üstbaş.
gez-: Gezmek.
gezek: 1.Kere, defa, kez. 2.Sıra.
gıbat (gııbat): Gıybet, dedikodu.
gıbatkeş (gııbatkeş): Dedikoducu, dedikodu/gıybet eden.
gıcak: Perdesiz ve üç telli bir çalgı aleti.
gıcıt ber- (gııcıt ber-): Sitem etmek, kınamak, yüzüne vurmak.
gığır- (gıığır-): Bağırmak, seslenmek, çağırmak.
gıkılık (gııkılık): 1.Velvele, zırıltı, gürültü. 2.Yaygara.
gıl: Kıl.
gılav: 1.Öfke, sinir. 2.(Kesici/delici) uç, ağız.
gılav al-: 1.Yaptığı bir iş rast gidince şımarmak, ne yapacağını şaşırmak. 2.Keyiflenmek, keyif çatmak.
gılavlı: Hevesli, istekli, şevkli.
gılıç: Kılıç.
gılık: Davranış, huy, seciye, tıynet, kisve, görünüş.
gılık-häsiyet (gılık-hääsiyet): Karakter, davranış, huy.
gımmat: 1.Kıymetli, değerli. 2.Kıymet, değer. 3.Pahalı.
gın (gıın): Kın.
gınan- (gıınan-): Kahırlanmak, tasalanmak, kederlenmek, üzülmek.
gınanç (gıınanç): Keder, üzüntü.
gınançlı (gıınançlı): 1.Kederli, üzüntülü, dertli. 2.Acıklı.
gıñaç (gııñaç): Baş örtüsü.
gıñır: 1.Öfkeli, kızgın, hırçın. 2.Zalim.
gıpış-: Birbirine göz kırpmak.
gır (gıır): Kır (renk).
gır: Kır, bozkır, step.
gır-:
Yok etmek, öldürmek.
gıra: Kenar.
gıran (gıraan): Bir para birimi.
gırav: Kırağı.
gırğın: Kıyım, toplu ölüm.
gırğınçılık: Katliam.
Gırğız: Kırgız.
gırıl-: Kırılmak, hep birlikte ölmek, büsbütün yok olmak.
gırmılda-: Kımıldamak, kıpırdamak, hareket etmek.
gırmızı: Al, kırmızı, kızıl.
gıs-: 1.Kısmak. 2.Sıkmak, sıkıştırmak. 3.Sıkıntı vermek, eziyet/işkence etmek.
gısğa (gıısğa): Kısa.
gısğaldıl- (gıısğaldıl-): Kısaltılmak.
gısğan-: Esirgemek, acımak, kıyamamak.
gısğanç: Cimri.
gısımla-: Eliyle sıkıp tutmak, avuçlamak.
gıssa-: Acele ettirmek, sıkıştırmak.
gıssan-: Çabuk davranmak, acele etmek, acelesi olmak.
gış: Kış.
gıt: Kıt, çok az bulunan, nadir.
gıy-:
Kıymak, esirgememek, feda etmek.
gıya: Eğri, yamuk, bükük.
gıyçak: Sivri, keskin.
gıyıl-: 1.Kıyılmak, dilinmek, keskin bir şeyle kesilmek. 2.Çatlamak.
gız (gıız): Kız.
gız-: 1.Kızmak, ısınmak. 2.Kızmak, öfkelenmek. 3.Kızışmak, hızlanmak, hareketlenmek.
gızar-: Kızarmak.
gızart-: Kızartmak.
gızğın: Sıcak, kızgın.
gızıklı: İlginç, enteresan.
gızıl I: Kırmızı, kızıl, al.
gızıl II: Altın.
gızma: Asabî, hırçın, kızgın, öfkeli.
gızmaç: Asabî, hırçın, kızgın, öfkeli.
gızmaçlık: Asabîlik, hırçınlık, kızgınlık.
gice (giice): Gece, geceleyin.
gice-: Kaşınmak.
gice-gündiz (giice-gündiiz): Gece gündüz.
giç (giiç): Geç, geç vakit.
gider-: 1.Aldırmak, kaptırmak. 2.Gidermek, ortadan kaldırmak.
giñ (giiñ): 1.Geniş, ferah (yer). 2.Geniş, dolgun (vücut).
giñe- (giiñe-): Genişlemek.
giñlik (giiñlik): Genişlik.
gir- (giir-): 1.Girmek. 2.Bürünmek, bir şeyin şekline girmek.
giriftar
(giriftaar): Tutulma, yakalanma.
git-: 1.Gitmek. 2.Dünyadan göçmek, ölmek.
gizle-: Gizlemek, saklamak.
gizlen-: Gizlenmek, saklanmak.
gizlin (gizliin): 1.Gizlice, gizli olarak. 2.Gizli, için için.
goca: 1.İhtiyar, yaşlı, koca. 2.Üstünden çok yıl, asır geçmiş olan; eski, yaşlı.
gocamaan: Üstünden çok yıl, asır geçmiş olan; eski, yaşlı.
goç:
Koç.
goçak: Büyük, iri.
goç yiğit: Bahadır, koç yiğit, gerçek yiğit.
goh (gooh): Hayhuy, bağrışma, çığrışma, hırgür.
gol (gool): Büyük kum tepeleri arasında bulunan ve uzayıp giden çukurluk.
gol: 1.El. 2.Kol. 3.Dal (ağaç).
golay: Yakın.
golça: 1.Bakraç, kova. 2.Testi.
golda-: Birini desteklemek, kollamak.
goldav: Destek, yardım, himaye.
goldav ber-: Yardım etmek, desteklemek, destek vermek, himaye etmek.
gom (goom): 1.Şiddetli fırtına yüzünden denizde meydana gelen büyük/güçlü dalga. 2.Fırtına.
gon-: Konmak, oturmak, yerleşmek.
goñşı: Komşu.
goñur: Boza çalan kahverengi.
gop-: 1.Kopmak. 2.Ayağa kalkmak, türemek. 3.Kırılmak.
gor (goor): Kor.
gora- (goora-): Korumak.
goraycı (gooraycı): Koruyucu.
gork-: Korkmak.
gorka: Korka korka, korkarak.
gorkı: Korku.
gorkulı: Korkulu, korkunç.
gorkuz-: Korkutmak, ürkütmek.
gorp: Hendek, çukur, obruk.
goş: Mal, eşya, öteberi, pılı pırtı.
goş-: 1.Katmak, eklemek, ilâve etmek. 2.Düzmek, yazmak (şiir).
goşa-I: Çift, çifte, çatal.
goşa-II: Av tüfeği, çifte.
goşala-: 1.Çiftleştirmek. 2.Çiftlemek.
goşar: Bilek.
goşavuçla-: Ellerini birleştirip iki avucuyla almak, avuçlamak.
goşğı: Şiir.
goşul-: Katılmak, beraber olmak.
goşun: Ordu.
gova: Kova.
govaça: Kendisinden pamuk toplanan bitki; pamuk.
govak: Kovuk.
govğa (govğaa): 1.Gürültü, patırtı. 2.Hırgür, kavga.
govı: İyi, güzel.
govşat-: 1.Gevşetmek, zayıflatmak. 2.Gücünü azaltmak.
govşur-: 1.Sunmak. 2.Götürmek, iletmek, ulaştırmak, kavuşturmak.
govulaş-: İyileşmek, düzelmek.
govzat-: 1.Küçültmek. 2.Azaltmak. 2.Boşaltmak.
goy-: Koymak, bırakmak.
goyber-: Serbest bırakmak, salıvermek.
goyun: Koyun.
goza (gooza): Koza.
gozğa- (goozğa-): Kurcalamak, karıştırmak, deşmek.
göç: 1.Göç. 2.Hareket, manevra.
göç-: 1.Göçmek, hareket etmek, hareketlenmek. 2.Patlamak, ateşlenmek.
göçğün: 1.Heyecan. 2.Öfke. 3.Sıcak, kızgınlık, hararet.
göçğünli: 1.Heyecanlı. 2.Gürültülü, patırtılı, şamatalı, tantanalı. 3.Fırtınalı. 4.Öfkeli.
göğerçin (gööğerçin): Güvercin.
göğümtil (gööğümtil): Mavimsi.
gök (göök): 1.Gök, gök yüzü. 2.Gök, mavi. 3.Yeşil. 4.Çakır (göz). 5.Sebze.
göm-: 1.Gömmek. 2.Bir şeyin üzerini örtmek/kapatmak.
gömül-: Gömülmek; kum, toprak vb. şeylerle üstü örtülmek.
gönder-: Göndermek.
gönen-: Gönenmek, tadını çıkarmak, zevk almak.
gönezlik: Maya.
göni: Doğru, düz, dik, direk, ok gibi.
gör (göör): Kabir, mezar.
gör-: 1.Görmek. 2.Bakmak.
görä (görää): Göre.
göreç: Göz bebeği.
göreş: 1.Güreş. 2.Mücadele, savaş.
göreş-: 1.Güreşmek, güreş tutmak. 2.Mücadele etmek, savaşmak.
göreş tut-: 1.Güreşmek, güreş tutmak. 2.Mücadele etmek, savaşmak.
görği: Cefa, sıkıntı, eziyet.
görğüli: Çilekeş, çok çile çekmiş kimse.
görip (gööriip): Kıskanç, hasetçi.
görk: 1.Güzellik, yüz güzelliği. 2.Süs, ziynet, güzel görünüş.
görkez-: Göstermek.
görkezici: Gösterici, gösteren.
görmeğey: Güzel, alımlı, çekici, zarif, yakışıklı.
görnüş-I: 1.Görünüş. 2.Manzara.
görnüş-II: 1.Şekil, biçim. 2.Tür, çeşit.
görnüş-III: Sahne, perde.
görül-: 1.Görülmek. 2.Anlaşılmak.
görün-: Görünmek.
görüş-: 1.Görüşmek. 2.Tokalaşmak.
gös-öni: Dosdoğru.
göter-: 1.Kaldırmak, yükseltmek, uçurmak. 2.Taşımak.
göteril-: 1.Kaldırılmak, yükseltilmek, uçurulmak. 2.Taşınmak.
gövher: İnci, gevher.
gövne-: 1.Razı olmak. 2.Kabul etmek.
gövre: 1.Gövde, vücut. 2.Cüsse, endam.
gövreli: Gebe, hamile.
gövün: 1.Gönül, yürek. 2.Can.
gövün aç-: Eğlenmek, keyif sürmek.
gövün göter-: 1. Şevk vermek şevklendirmek. 3.Coşturmak, uçurmak.
gövünlik ber-: Teselli/moral vermek.
gövüs: Göğüs.
göyä (gööyää): Güya, sanki, sözde.
göydük: Cılız, sıska.
göz: Göz.
g. bol-: Bakmak, gözetmek.
göz ayla-: Göz gezdirmek, bakınmak.
gözbaş: 1.Kaynak (ışık, ilham vb.). 2.Kaynak (su). 3.Kaynak, köken.
gözden gizle-: Saklamak, gizlemek, örtmek.
gözden yit-: Gözden kaybolmak, görünmez olmak.
göze il- (göze iil-): Göze ilişmek, görünmek.
gözel: 1.Güzel. 2.Mamur, bayındır.
gözellik: Güzellik.
gözle-: 1.Gözlemek, bakmak. 2.Aramak, izlemek.
gözleğ: 1.Arama, araştırma, keşif. 2.İstek, arzu, heves, dilek, özlem.
gözli kör (gözli köör): İyiyi kötüden ayıramayan, düşüncesiz, cahil.
göz öñüne gel-: Göz önüne gelmek, canlanmak.
gözyaş (gözyaaş): Göz yaşı.
gözyetim: Ufuk.
göz yetir-: Anlamak, kavramak, sezmek.
gucak: Kucak.
gucak aç-: Kucak açmak.
gucakla-: Kucaklamak.
gucaklaş-: Kucaklaşmak.
guç-: Kucaklamak, sarmak.
gudrat: 1.Kudret, güç. 2.Mucize. 3.Zor, bin bir güçlük. 4.Hız.
guduz aç-: Kudurmak.
gul: Kul, köle.
gulak: 1.Kulak. 2.Tetik (tüfek). 3.Küçük su kanalının yana çevrildiği yerdeki büküm.
gulak as-: Dinlemek, kulak vermek.
gulak sal-: 1.İtaat etmek, dinlemek. 2.Dinlemek, kulak vermek.
gulluk: 1.Çalışma, iş, görev. 2.Hizmet. 3.Kulluk, kölelik.
g. et-: 1.Çalışmak, görev yapmak. 2.Hizmet etmek.
gulpak: Zülüf, kâkül.
gum: 1.Kum, kumu çok olan çöllük yer. 2.Toprak, toz.
gumak: Kumsal, kumluk yer.
gumgukluk (gumguukluk): Çok sessiz.
gumlı: 1.Kumlu, kumu bol olan. 2.Çöllü; çölde oturan, çölde yaşayan.
gumrı: Kumru.
gumursa: Karınca.
gunça: Gonca.
gur-: 1.Kurmak. 2.Yapmak, inşa etmek.
gura-
(guura-): Kurumak.
gura-: 1.Kurmak. 2.Organize etmek, düzenlemek.
gural: Cihaz, alet, araç.
gurban (gurbaan): Kurban, kurbanlık.
g. bol-: Kurban olmak, kendini feda etmek.
g. et-: Kurban etmek.
gurcak: İnsana/hayvana benzer çocuk oyuncağı.
Gurhan: Kur'ân.
gurı-I
(guurı): Kuru.
gurı-II
(guurı): Boş, nafile.
gurp: 1.Güç, kuvvet. 2.Mal, mülk, varlık.
gursak: Göğüs, sine.
gurul-: Kurulmak.
gurultay: 1.Kongre, kurultay. 2.Toplantı.
gussa: Elem, tasa, kaygı, gam, üzüntü, keder.
gussalılık: Kederlilik.
guş: Kuş.
guşluk: Kuşluk, kuşluk vakti.
gutar-: 1.Bitmek, sona ermek. 2.Bitirmek, sona erdirmek. 3.Kurtarmak.
gutla-: Kutlamak, tebrik etmek.
gutlağ: Kutlama, tebrik.
gutlı: Kutlu.
guv: Kuğu.
guvan-: 1.Kıvanmak, iftihar etmek, gurur duymak, kıvanç duymak, övünmek. 2.Sevinmek.
guvanç: 1.Kıvanç, gurur, iftihar. 2.Sevinç.
guvandır-: 1.Sevindirmek. 2.Müjdelemek.
guy-: 1.Dökmek. 2.Çiselemek, serpmek.
guyı: Kuyu.
guyruk: Kuyruk.
guyul-: Dökülmek.
guzı: Kuzu.
güberil-: 1.Şişmek, kabarmak. 2.Kibirlenmek, böbürlenmek.
gübürdet-: Gürültü çıkarmak.
güceñle-: Göstermek, sergilemek, ortaya koymak.
gücüm: Dalları ince, gür yapraklı, meyvesi olmayan büyük bir ağaç.
gül: 1.Çiçek. 2.Gül.
gül-: Gülmek.
gülabı (gülaabı): Dışı ağ gibi benek benek, sarı renkli, etli bir kavun türü.
gülälek (güläälek): Yazın kırlarda, özellikle ekin tarlalarında yetişen, kırmızı ve büyük çiçekli bir bitki; gelincik.
güldür-: Güldürmek.
gülğün: Kırmızı, kızıl, gül renkli, gül renginde.
gülle-: Çiçek açmak, çiçeklenmek.
gülümsire-: Gülümsemek.
gülzar (gülzaar): Gül bahçesi.
güman (gümaan): Şüphe, kuşku.
gümra (gümraa): Bir şeyle aşırı derecede ilgilenme.
gün: 1.Gün. 2.Güneş.
günä (günää): 1.Günah. 2.Suç, kabahat.
günbatar: Batı.
günde: Her gün, daima, hep.
gündiz (gündiiz): Gündüz.
gündoğar: Doğu.
güneş: Güneş.
gün gör-: Geçimini sağlamak, yaşamak için gerekenleri temin etmek, yaşamak.
günorta: 1.Güney. 2.Öğle (vakti).
günortan (günortaan): Öğle, öğleyin.
güñleç: Boğuk.
gür: Gür.
gürle-: Konuşmak, bahsetmek.
gürleş-: Fikir alış verişinde bulunmak, sohbet etmek, konuşmak.
gürrüñ: Sohbet, konuşma.
gürsülde-: 1.Çarpmak. 2.Gümbürdemek.
güvä geç- (güvää geç-): Delil olmak, şahitlik etmek.
güycel-: Artmak, yoğunlaşmak, şiddetlenmek, hızlanmak.
güyç: Güç, kuvvet.
güyçlen-: Güçlenmek, gücü artmak.
güyçlendir-: Güçlendirmek, gücünü arttırmak.
güyçli: Güçlü, kuvvetli.
güylün-: 1.Kırkılmak ya da kesilmek için dört ayağı bağlanmak. 2.Kıvrılıp yatmak.
güyme-: Oyalamak, meşgûl etmek, eğlemek.
güyz: Güz, son bahar.
güzer: Geçit.
-H-
habar: Haber.
habar al-: Haber almak, bilgilenmek.
habar ber-: Haber/bilgi vermek, bildirmek, bilgilendirmek.
habarlaş-: Haberleşmek.
habarlı: Haberli, haberdar.
haçan: Ne zaman.
hak-I: 1.Doğru, gerçek, hak, hakikat. 2.Doğrusu.
Hak-II: Allah, Hak.
hakda: bk. hakında.
hakıkat (hakııkat): Hakikat, gerçek.
hakıkatdan (hakııkatdan): Hakikaten, gerçekten.
hakıkı (hakııkı): Hakikî.
hakına tut-: Kiralamak.
hakında: 1.Hakkında. 2.Konuda, konusunda.
hakla-: Ödemek, hakkını vermek, yerine getirmek.
hal (haal): Hâl, durum, vaziyet.
hala- (haala-): Beğenmek, hoşlanmak.
halal (halaal): 1.Helâl. 2.Saf, temiz. 3.Gerçek, doğru, hakikî. 4.Kanunî.
halas (halaas): Halâs, kurtulma, kurtuluş.
h. edil-: Kurtarılmak.
h. et-: Kurtarmak.
halat: 1.Giyecek, elbise. 2.Önlük. 3.Hediye, armağan.
halı (haalı): Halı.
halıpa (halııpa): 1.Usta. 2.Üstat. 3.Dost, ahbap, arkadaş.
halıs (haalııs): Halis, katışıksız, saf.
halk: Halk.
halta: Çuval, torba.
halva: Helva.
ham (haam): Deri.
hamala (hamaala): Sanki, sözde, güya.
hamana (hamaana): bk. hamala.
ham hıyal (haam hıyaal): Ham/kuru hayal, boş arzu.
han (haan): 1.Han, hakan. 2.Birine sevgiyle hitap ederken söylenen söz.
hana (haana): 1.Mecra, yatak, yuva, hane, göz. 2.Kozanın bir parçası, gözü, hanesi, yuvası (pamuk için).
hancar: Hançer.
hanı I: Hani, nerede.
hanı II: Hadi, haydi.
hanım (haanım): Hanım, bayan.
hantamalık (haantamaalık): Dileme, umma, bekleme, isteme.
har (haar): Değersiz, aşağı, hor.
h. bol-: Değeri gitmek, gözden düşmek.
h. et-: 1.Hafife almak, küçümsemek. 2.Hiçe saymak, görmezden gelmek.
haraba (haraaba): Harabe, yıkıntı.
haram (haraam): Haram.
h. bol-: Haram olmak.
haray: Yardım.
h. et-: Yardım etmek.
harbı (harbıı): 1.Askerî. 2.Savaş.
harçla-: Harcamak, sarf etmek.
harçlık: Harçlık.
harıt (harııt): Mal.
harla-: Hırlamak.
harlat-: Hırlatmak.
harman: Harman.
has (haas): Çok, pek, daha, iyice.
hasa (hasaa): Asa, baston.
hasap (hasaap): Hesap.
h. et-: Hesap etmek, düşünmek, tasarlamak.
hasap-hesip (hasaap-hesiip): Hesap kitap.
hasapla- (hasaapla-): Hesaplamak.
hasaplanıl- (hasaaplanıl-): Hesaplanılmak.
hasıl (haasıl): Ürün, mahsul.
hasrat: Acı, keder, elem.
hat: 1.Mektup. 2.Yazı, not, kayıt.
hata (hataa): Hata, kusur, yanılgı.
h. et-: Hata etmek, yanılmak.
hatar: 1.Hiza, sıra, dizi, saf. 2.Bir arada bulunan evler, sıra sıra evler. 3.Hayvan veya taşıt dizisi; katar.
hatar-hatar: 1.Katar katar. 2.Saf saf, dizi dizi.
hatda (hatdaa): 1.Hatta. 2.Bile.
hatır (haatır): 1.Hatır, gönül. 2.Saygı, hürmet.
h. et-: Hürmet etmek, saygı göstermek.
hatıra (haatııra): 1.Hatır. 2.Anı, hatıra.
hatırcem (haatıırcem): Sakin, dingin, telâşsız, endişesiz.
h. bol-: Sakin olmak, endişelenmemek.
hava: Evet, tabiî, elbette.
hayal: Hızlı değil, yavaş, ağır.
h. et-: Gevşek davranmak, yavaş hareket etmek.
hayat (haayat): Avlu, duvarla çevrilmiş bahçe.
haybat: Tehdit, gözdağı.
haybat at-: 1.Çatmak, sataşmak. Tehdit etmek, gözdağı vermek.
haybatlı: Heybetli.
hayda-: 1.Çabuk davranmak, hızlı hareket etmek, çabuk gitmek. 2.Hızlı yürümek, koşmak.
hayın (haayın): Hain.
hayıp: bk. hayp.
hayır: Hayır, iyilik.
hayış (haayış): İstirham, rica, temenni.
h. et-: Rica etmek.
hayp: 1.Yazık. 2.Beyhude, boş yere.
haypı gel-: Acımak.
hayran (hayraan): 1.Şaşırma, şaşkına dönme, şaşırıp kalma. 2.Hayran.
h. et-: 1.Hayran etmek, büyülemek. 2.Şaşırtmak.
h. eyle-: 1.Hayran etmek, büyülemek.
2.Şaşırtmak.
hayran gal- (hayraan gaal-): 1.Hayran kalmak, büyülenmek. 2.Şaşmak, şaşırmak.
haysı: Hangi.
hayvan (hayvaan): Hayvan.
hazan: Hazan, güz.
hazına (hazıına): Hazine, define.
hä (hää): Evet, ha.
häkim (hääkim): Hükümdar, yurt sahibi, hakimiyet sahibi.
häli-häzir (hääli-hääzir): Şimdi, bu gün, hâlen, şu anda.
häli-şindi (hääli-şindi): Tekrar tekrar, arka arkaya, arasını kesmeden, devamlı, sık sık.
hälki (häälki): Evvelki, önceki.
häsiyet (hääsiyet): Huy, tabiat, karakter.
häsiyetlendir-
(hääsiyetlendir-): Vasıflandırmak, nitelendirmek.
häsiyetlendiriş
(hääsiyetlendiriş): Nitelendirme, vasıflandırma.
häzir (hääzir): 1.Hâlen, hâlihazırda, şu anda, bu gün. 2.Az önce, demin, yeni.
hekaya (hekaaya): Hikâye.
hekim (hekiim): Hekim, doktor.
heläk (helääk): Helâk, ölme, yok olma.
h. bol-: Ölmek, helâk olmak, yok olmak.
h. et-: 1.Öldürmek, helâk etmek, yok etmek. 2.Boş yere çalıştırmak, eziyet etmek, azap çektirmek.
hem: Bile, dahi, de, da.
hemişe (hemiişe): Devamlı, daima, sürekli, hep.
hemişelik (hemiişelik): Devamlılık, daimîlik, süreklilik.
hemle: 1.Tehdit. 2.Hücum.
hemme: 1.Herkes. 2.Her, bütün, hep.
hemmesi: Hepsi.
hemra (hemraa): Yoldaş, arkadaş, dost, sırdaş.
heniz (heniiz): 1.Henüz, daha, şu ana kadar. 2.Hâlâ, şu anda.
heñ: Hava, melodi, nağme, güzel ses.
hepde: Hafta.
her: Her, hep.
heran-haçan (heraan-haçan): 1.Her zaman, sürekli, hep. 2.Ne zaman.
hereket: Hareket, kıpırdı, kımıltı.
h. et-: Hareket etmek, kımıldamak, kıpırdamak.
her haysı: Her biri.
her kes: Herkes.
her kim: 1.Herkes. 2.Herhangi bir kimse.
her kimse: 1.Herkes. 2.Hangi kişi, kim.
hersi: Her biri.
heser: Heyecan, coşkunluk, coşku.
hesip (hesiip): Başkalarından üstün yanları olan kimse; seçkin, mümtaz.
hesret: Acı, keder, elem.
hey: Hey!
hezil: 1.İlginç, enteresan. 2.Çok iyi. 3.Zevk, haz, keyif, neşe.
hezzet: Saygı, hürmet.
hezzet-hormat: Saygı, hürmet.
hıcuv: Şevk, azim, gayret, coşku.
hıcuvlı: Şevkli, azimli, gayretli.
hırıdar (hırııdaar): 1.İstekli, talip. 2.Muhtaç, ihtiyacı olan. 3.Meraklı, hevesli, heves eden.
hırrıldat-: Hırıldatmak.
hısar (hısaar): Hisar, kale.
hısırda-: Uğraşmak, çabalamak.
hıyal (hıyaal): Hayal, hülya.
hızmat: Hizmet.
h. et-: Hizmet etmek.
hızmatkär (hızmatkäär): Hizmetçi.
hicran (hicraan): Hicran, ayrılık.
hiç (hiiç): 1.Hiç. 2.Hiçbir zaman, aslâ.
hiç haçan (hiiç haçan): Hiçbir zaman, aslâ.
hiç haysı (hiiç haysı): Hiçbiri, hiçbir.
hiç kes (hiiç kes): Hiç kimse, hiçbir kimse.
hiç kim (hiiç kim): Hiç kimse, hiçbir kimse.
hiç kimse (hiiç kimse): Hiç kimse, hiçbir kimse.
hiç zat (hiiç zaat): Hiçbir şey.
hil (hiil): 1.Şekil, biçim. 2.Çeşit, tür.
Hindi: Hint.
Hindistan: Hindistan.
hiñlen-: Mırıldanmak.
ho: 1.Bu, şu, o. 2.İşte.
hocalık: Ekonomi.
hocayın: 1.Sahip, malik. 2.(Ev) sahibi. 3.Patron. 4.Ağa, bey.
hol: 1.Şu, bu, o. 2.İşte.
hopuk-: 1.Tıkanmak, nefes nefese kalmak, bunalmak, boğulmak, sıkışmak. 2.Korkmak, ürkmek, yılmak.
hor (hoor): Zayıf, cılız, kuru.
h. bol-: Eziyet çekmek.
h. et-: Eziyet etmek, sıkıntı çektirmek.
horcun: Heybe, torba.
horla- (hoorla-): 1.Eziyet etmek, sıkıntı vermek. 2.Zayıf düşürmek, zayıflatmak.
horlan-: Horultulu ses çıkarılmak, horlanmak.
hormat: Hürmet, saygı.
h. et-: Hürmet etmek, saygı göstermek.
hormat goy-: Hürmet göstermek, saygı duymak.
hossar (hoossaar): 1.Akraba, hısım. 2.Birinin malını yöneten kimse; vasi.
hoş: 1.Hoş, iyi, güzel. 2.Tamam, peki.
hoşal (hoşaal): Memnun, mutlu.
h. bol-: Memnun olmak, mutluluk duymak.
hoşlaş-: Vedalaşmak.
hoşlaşık: Veda.
hoşniyet: İyi niyet.
hova (hovaa): Hava (meteorolojiyle ilgili olan).
hovalan-
(hovaalan-): Havalanmak, coşmak.
hovandar (hovandaar): Destekçi, yardımcı, yardım eden.
hovatır (hovaatıır): Evham, şüphe, kuşku.
h. et-: Şüphelenmek, kuşkulanmak.
hovla-: Şüphelenmek, kuşkulanmak, endişelenmek, endişeye kapılmak, telâşlanmak.
hovlı: Avlu.
hovluk-: Acele etmek, çabuk davranmak, telâşlanmak.
hovp:
Korku.
hovsala: Endişe, evham, kuşku, şüphe.
hovur: Sıcaklık, hararet, ısı.
hovuz: Havuz.
hödür: İkram, sunma, verme.
h. edil-: İkram edilmek, sunulmak, verilmek.
h. et-: İkram etmek, sunmak, vermek.
hödürle-: İkram etmek, sunmak.
hökman (hökmaan): Kesinlikle, mutlaka, muhakkak.
hökmünde: Hükmünde.
höküm: 1.Emir. 2.Hüküm.
h. et-: Hükmetmek.
hökümet: Hükümet.
hökümli: Hakim, söz geçiren, hükmeden.
hörek: Yemek, yiyecek, gıda.
höves: Heves, arzu, istek.
h. et-: Heves etmek, arzulamak, istemek.
hövür: Yoldaş, dost, arkadaş, ahbap.
h. bol-: Yoldaş olmak.
hövürdeş: Yoldaş, arkadaş.
hövürtğe: Yuva.
Huday (Hudaay): Allah, Hüda.
hudayyolı (hudaayyoolı): Allah için kesilen kurban.
hukuk (hukuuk): Hukuk, hak.
hum: Büyük testi, küp.
hurma: Hurma.
husıtlık (husııtlık): Cimrilik, pintilik.
huş (huuş): Akıl, şuur.
hut: 1.Asıl, tam. 2.Kendi, bizzat.
hut özi (hut öözi): Kendi, kendisi, bizzat kendi.
huzur (huzuur): Karşı, ön, huzur, kat.
hücüm: 1.Hamle, hücum, baskın, saldırı, taarruz. 2.Atılım, çaba.
h. edil-: Hücum edilmek, saldırılmak.
h. et-: Hücum etmek, saldırmak.
hünär (hünäär): Sanat, meslek.
hünci: İnci.
hünkär (hünkäär): Hünkâr, padişah.
hütdük: 1.Kulübe. 2.Evceğiz, küçük ev.
hüvdi: Ninni.
hüvdüle-: Ninni söylemek, ninni söyleyerek uyutmak.
hüvi: Puhu kuşu.
-I-
ıbarat
(ıbaarat): İbaret.
ığlan
(ığlaan): İlân, duyuru.
ığşılda-: Hışırdamak.
ığtıyar (ığtıyaar): 1.İcazet, izin. 2.İhtiyar, karar.
ı. et-: Hükmetmek.
ıhlas (ıhlaas): 1.Gayret, çaba, azim. 2.İtina, özen. 2.Heves.
ı. et-: Gayret etmek, çabalamak.
ık (ıık): 1.Rüzgârın estiği yön. 2.Evin rüzgâr almayan tarafı.
ıkbal (ıkbaal): Talih, kader, baht, ikbal.
ıkcam: 1.Sağlam, metin. 2.Çalışkan, gayretli, azimli, hamarat.
ıkdısadı (ıkdısaadıı): İktisadî, ekonomik.
ıkrar (ıkraar): Vaat, verilmiş söz, ahit.
ı. et-: Kabul etmek, onaylamak.
ılahı (ılaahı): İlâhî.
ılayta da (ılaayta daa): Özellikle, özellikle de.
ılğa-: Koşmak, koşarak yürümek.
ılğaş-: Koşuşmak.
ılham: İlham.
ılım: İlim.
ımarat (ımaarat): İmaret; yoksullara yardım amacıyla yapılmış çok odalı ev.
ımsın-: Ummak, ümitlenmek, ümit etmek.
ınam: 1.İtibar. 2.İtimat, güven.
ı. et-: İtimat etmek, güvenmek, inanmak.
ınamsızlık: Güvensizlik, emniyetsizlik.
ınan-: İnanmak, itimat etmek, güvenmek.
ınanç: 1.İnanç. 2.Güven, itimat.
ıncal- (ııncal-): Teskin olmak, yatışmak, sakinleşmek, huzura kavuşmak, rahat etmek.
ıncalıksız (ııncalıksız): Kaygılı, rahatsız, huzursuz, bezgin, bıkkın.
ıncat-: Acıtmak, incitmek, kırmak, gücendirmek.
ıncıt-: Acıtmak, incitmek, kırmak, gücendirmek.
ınha (ınhaa): İşte.
ınkılap (ınkılaap): İnkılâp, devrim.
ınsan (ınsaan): İnsan.
ınsap (ınsaap): İnsaf, vicdan.
ı. et-: İnsaf etmek, insaflı davranmak.
ır-: 1.İkna etmek, inandırmak. 2.Geçirmek. 3.Bir işi sonuçlandırıncaya kadar bırakmamak.
ıran-: Sallanmak, sarsılmak, ırgalanmak.
ırañ at-: Sallanmak, sarsılmak, dengesini yitirmek.
ırım:
Gelenek, görenek.
ırsara- (ırsaara-): Sebepsiz yere çalışmak, boş yere çalışmak.
ıs (ııs): Güzel koku, rayiha, ıtır.
ıs-:
Hareket etmek/kımıldamak için gücü olmak.
ısğa- (ıısğa-): Koklamak.
ısğın: Güç, kuvvet, takat.
ıslı (ııslı): Güzel kokulu.
ısnat (ısnaat): Maskara, rezil, şerefsiz.
ıssı: 1.Sıcak. 2.Sıcak, sevgi dolu.
ışarat (ışaarat): İşaret.
ışık: Işık.
ışıkla-: Bir şeyin aralığından gizlice bakmak, dikizlemek.
ışık sal-: Işımak, ışık saçmak.
ışk: Aşk, sevgi.
ız (ıız): 1.İz, geri, art, arka. 2.Eser, iz.
ızalı (ızaalı): Acılı, ağrılı, sızılı.
ızarla-
(ıızarla-): 1.İzini sürmek, takip etmek. 2.Aramak.
ızla- (ıızla-): İzine düşmek, izini sürmek, takip etmek, arkasına düşmek, izlemek.
ızzatlı: İzzetli, aziz.
-İ-
i-:
İmek.
ibalı (ibaalı): 1.Ölçülü. 2.Utangaç, çekingen, sıkılgan.
iber- (iiber-): Göndermek, yollamak, sevketmek.
iç: İç.
iç-: İçmek.
içeri: Yaşanan yer, yaşanan yerin içi, içeri.
içil-: İçilmek.
içit:
İçecek.
ide- (iide-): 1.Bakmak, gözetmek. 2.Araştırmak.
ideal: İdeal.
idili (iidili): Güzel, iyi, muntazam, mükemmel, eksizksiz, tam.
iğde: İğde.
iğen- (iiğen-): 1.Sızlanmak, yakınmak. 2.Homurdanmak, mırıldanmak, sebepsiz yere çıkışmak.
iğli (iiğli): Hastalıklı, cılız, zayıf, güçsüz.
iki: İki.
ikilik: 1.İkili. 2.İkilik.
ikinci: İkinci.
ikinciden: İkinci olarak.
ikindin (ikindiin): İkindi sonu, akşam suları, grup vakti.
ikindinara (ikindiinaara): İkindi vakti, ikindi olduğu zaman.
il (iil): 1.Halk. 2.Millet. 3.Elâlem, el, başkası. 4.Ülke, yurt, vatan.
i. bol-: Uyuşmak, bütünleşmek.
il- (iil-): İlişmek, yapışmak, tutunmak.
ilat (iilaat): Ahali, halk, insanlar.
ilçi (iilçi): Büyük elçi, elçi.
ildeş (iildeş): Vatandaş, yurttaş, aynı ülkeden olan.
ileri: 1.İleri, ön. 2.Güney.
ilki: 1.Önce, ilk. 2.İlk defa. 3.Öncelikle, her şeyden önce.
ilkinci: Birinci, ilk.
iman (iimaan): İman.
imperiya: İmparatorluk.
in- (iin-): İnmek.
incik (iincik): Baldır, bacak.
incir: İncir, incir ağacı.
inçe (iinçe): İnce.
indi: 1.Şimdi, şu anda, bu gün, hâlâ. 2.Bundan böyle, artık.
indiki: Gelecek, gelecekteki, ilerideki, önümüzdeki.
individual: Bireysel, kişisel.
ine: İşte.
iner: Epeyce büyümüş erkek deve yavrusu.
ini: Bir kimsenin kendinden küçük olana hitap ederken kullandığı kelime; kardeş.
injener: Mühendis.
intizar (intizaar): Gözü yolda olan, bekleyen.
iñ: En (kendisinden sonra gelen kelimenin anlamını güçlendirir).
iñkis (iñkiis): Kuşku, şüphe, endişe.
iñle-: İnlemek.
İñlis: İngiliz.
ir (iir): Erken.
ir- (iir-): Yorulmak, bıkmak, usanmak, bezmek.
ir bilen (iir bilen): Sabahleyin, sabah erkenden.
irden (iirden): 1.Erken, erkenden. 2.Sabahleyin.
irğinsiz (iirğinsiz): Durup dinlenmeden, aralıksız, sürekli.
ir-iymiş
(iir-iymiş): Türlü meyveler, meyveler.
irki (iirki): 1.Sabahki. 2.İlk.
irkil-: Uyuklamak, uyumak.
irkiliş-: Birlikte uyuklamak.
isle-: İstemek, dilemek, arzu etmek.
isleğ: İstek, dilek, arzu, heves.
iş (iiş): İş, çalışma.
işan (iişaan): Molladan sonra gelen din adamı.
işçi (iişçi): İşçi.
işdä (işdää): İştah.
işik (iişik): 1.Kapı. 2.Eşik.
işle- (iişle-): Çalışmak.
işleyiş (iişleyiş): Çalışma.
it: Köpek, it.
iy-: Yemek, yeme işini yerine ge-tirmek.
iyil-: Yenilmek.
iyiş:
Yiyiş, yeme.
iym:
Yem.
iymit: Yiyecek, besin, gıda.
iyul: Temmuz.
iyun: Haziran.
-J-
janr: Usul, tarz.
jurnal: Dergi.
-K-
kabinet: 1.Çalışma odası. 2.Makam odası. 3.Kabine.
kabul (kabuul): Kabul.
k. et-: Kabul etmek.
k. eyle-: Kabul etmek.
kada (kaada): Kaide, kural, prensip, ilke.
kadır (kaadır): Güçlü, kudretli, kadir.
kağız (kaağız): Kâğıt.
kak-: 1.Kakmak, çarpmak, vurmak. 2.Çalmak, tıklatmak (kapı).
kaka (kaaka): Baba, peder.
kaklış-: 1.Değmek, dokunmak, temas etmek. 2.Sıyırmak.
kalp: Kalp, gönül, yürek.
kanal: Kanal.
kanun (kaanuun): Kanun, yasa.
kapitan: 1.Yüzbaşı. 2.Komutan. 3.Kaptan.
karam (karaam): 1.Hileli. 2.Hile, aldatma.
k. et-: Hile yapmak.
karar I (karaar): Karar.
karar II (karaar): Sabır, takat.
karara gel- (karaara gel-): Belli bir sonuca ulaşmak, karar vermek.
karı (kaarı): Kur'ân'ı ezbere okumasını bilen; hafız (çoğunlukla kör hafız hakkında).
karta: 1.Harita. 2.Ekili alan.
karz: Borç, görev.
kasam: Yemin, ant.
k. et-: Yemin etmek.
kast: Kasıt, kötü niyet, hıyanet, birinin aleyhinde olma.
k. edil-: Kastedilmek, el uzatılmak, tecavüz edilmek.
k. et-: Kastetmek, el uzatmak, tecavüz etmek.
kayıl (kaayıl): Razı.
k. bol-: Razı olmak.
kaza (kazaa): 1.Takdir, alın yazısı. 2.Yerine getirme. 3.Birden, aniden, ansızın.
k. et-: Ölmek.
kä (kää): Kâh, bazen.
käbir (kääbir): Bazı.
kädi
(käädi): Kabak.
kämahal (käämahal): 1.Bazen, bazı vakit. 2.Bir zaman, bir vakit.
kämil (käämiil): Kâmil, olgun.
kämillik (käämiillik): Yetişkinlik, olgunluk, mükemmellik.
kän (kään): Çok, fazla.
kär (käär): 1.Meslek. 2.İş, vazife, görev. 3.Sanat.
k. et-: Etkilemek, tesir etmek.
käse (kääse): Kâse, bardak.
käsi (kääsi): Bazısı.
käte (kääte): Bazen, zaman zaman, arada sırada.
käyin- (kääyin-): Sızlanmak, yakınmak, yanmak.
käşğä (kääşğä): Keşke.
kebap (kebaap): Kebap.
kebelek: Kelebek.
kebze: Sırt, arka.
keç: İnatçı, dik kafalı, söz dinlemez, ters.
keçe: Keçe.
kel:
Uyuz, kel.
kelle: Baş, kelle, kafa.
kem: 1.Az, eksik, noksan. 2.Fena, kötü.
kem-: Küçültmek, azaltmak, kısmak.
kemal (kemaal): Kemal, yetişme, olgunlaşma.
kemallı (kemaallı): 1.İyi, hoş. 2.Yeterli, dolgun.
kemer: 1.Kemer. 2.Çevre.
kem-kemden: 1.Yavaş yavaş, azar azar. 2.Gitgide, gittikçe.
kempir: Yaşlı kadın.
kemsin-: 1.Gücenmek, darılmak, kırılmak. 2.Alçalmak, bayağılaşmak.
kenar (kenaar): 1.Kıyı, kenar. 2.Sahil, kıyı, yalı.
kepbe: Muntazam yapılmamış ev, evceğiz, çardak.
kepderi: Güvercin.
kepen: Kefen.
ker: Sağır.
keramat (keraamat): Mucize.
keramatlı (keraamatlı): 1.Mukaddes, kutsal. 2.Kutlu. 3.Mucizeli.
kerim
(keriim): Cömert, eli açık, ikramı seven.
kerpiç: Tuğla.
kersen: 1.Ağaçtan oyularak yapılmış büyük çanak/tabak. 2.Çukur.
kerven: 1.Kervan. 2.Katar.
kes-: Kesmek.
kese: 1.Yatay, yan. 2.Dış, dışarı. 3.Boydan boya, büsbütün.
kesek: Katılaşmış toprak parçası, kesek, tezek.
kesel: Hastalık, illet, maraz.
k. bol-: Hasta olmak, hastalanmak.
keselbent: Hastalıklı.
keselle-: Hastalanmak.
kesğitlen-: Belirlenmek.
kesğitli: Belirli, kesin, açık.
kesil-: Kesilmek.
kesir: Israrlı.
keş: Ark.
keşde: İşleme, nakış, dantel, örgü.
keşp: 1.Yüz. 2.Görünüş.
ketğuda (ketğudaa): 1.Ev sahibi. 2.Erkek. 3.Tecrübe sahibi yaşlı.
keyercekle-: Etrafına bakınmak, çevresine bakınmak.
keyik: Ceylan.
keyp: Keyif, neşe, sefa, zevk.
k. et-: Eğlenmek, neşelenmek.
keyvanı (keyvaanı): Hanım, kadın.
kıl-:
Yapmak, etmek.
kılın-: Yapılmak, edilmek.
kın (kıın): Zor, güç, çetin.
kırk: Kırk.
kırkıncı: Kırkıncı.
kısmat: 1.Kader, talih, baht. 2.Kısmet.
kibi:
Gibi.
kibit: Omuz.
kiçi: Küçük, ufak.
kim: Kim.
kimi: Bazısı, kimisi.
kimin (kimiin): Gibi.
kimse: Birisi, biri, bir kimse, kişi.
kir:
Kir.
kişi: Kişi, kimse.
kitap (kitaap): Kitap.
kitüv: Öfke, gazap, kin, öç.
klas: Sınıf.
klub: Kulüp.
kolhoz: Kolhoz, kollektif çiftlik.
komandir: Komutan.
komissar: Komiser.
kov-: Kovmak, kovalamak.
kovala-: Kovalamak.
kovum: Akraba, yakın.
kreslo: Koltuk.
krovat: Karyola, yatak.
köçe: 1.Cadde. 2.Sokak.
kök: 1.Kök. 2.Dip.
kök ur-: Kök salmak/atmak.
köl (kööl): Göl.
köleğe: Gölge.
kömek: Yardım, imdat, medet.
k. et-: Yardım etmek.
kömür: Kömür.
köne (kööne): 1.Eski. 2.İhtiyar, yaşlı. 3.Vakti geçmiş, eskimiş.
könel- (köönel-): Eskimek, yıpranmak.
köñül: Gönül.
köp: Çok.
köpek: Erkek köpek.
köpel-: Artmak, çoğalmak.
köpelt-: Çoğaltmak, arttırmak.
köplük: Çokluk.
köpri: Köprü.
köpük: Köpük.
köpükle-: Köpüklemek.
köpyıllık: Çok yıllık.
kör (köör): 1.Kör, gözleri görmeyen. 2.Kör, iyiyi kötüden ayıramayan, cahil.
köre- (kööre-): Alevlenmek, tutuşmak, tutuşup yanmak.
körek (köörek): Henüz açılmamış pamuk kozası.
körpe: En küçük, küçük, henüz büyümemiş, toy.
körük (köörük): Körük.
kösen-: Uzanmak, yatmak.
köşek (kööşek): Devenin bir yaşına girmemiş yavrusu; köşek (edebî eserlerde çoğunlukla sevilen, hoşlanılan çocuklar ve gençler için kullanılmaktadır).
köşeşdir-: Teskin etmek, yatıştırmak, sakinleştirmek.
köşk: Köşk.
kötek: Dayak.
kövle-: Yolmak, kökünü koparıp çıkarmak.
kövüş: Kundura, iskarpin, ayakkabı.
köy-: 1.Yanmak. 2.(Canı) yanmak. 3.Boşa çıkmak, geçersiz olmak.
köynek: Gömlek.
köz (kööz): Köz, kor.
küke-: Güzel koku yaymak.
kükrek: Göğüs, bağır, gerdan, sine.
kükürt: Kibrit.
kül: Kül.
k. et-: Kül etmek, toz etmek.
küle dön- (küle döön-): Küle dönmek, un hâline gelmek.
kümüş: Gümüş.
kümüşleç: Gümüş renginde, berrak.
künci: Susam.
küpür: Küfür.
küre: Tuğla pişirilen özel fırın, tuğla fırını.
küren
tut-: Oymak oymak genişlemek, aşiret aşiret
çoğalmak.
kürs (< kürsii): Büyük arşın altında bulunan gök yüzü tabakası.
kürte: Kadınların başlarına atındıkları kıyafet, şal.
kütek: 1.Küt (bıçak vb.). 2.Aklı kıt, geri zekâlı.
kütel-: Körelmek, körleşmek.
küy: 1.Düşünce, niyet. 2.Hayal. 3.Akıl, fikir.
küyki: Kambur.
küyse-: 1.Arzu etmek, arzulamak, istemek. 2.Özlemek, hasretini çekmek.
küyze: Güğüm, testi.
-L-
lağl: Yakut.
lakam: Lâkap.
lak at- (laak at-): 1.Sohbet etmek, konuşmak. 2.Söz etmek, bahsetmek, değinmek. 3.Birine bir şey söylemek. 4.Mırıldanmak.
lak luk
at-: Hapur hupur/şapır şupur yemek.
lal (laal): Dilsiz.
lapıkeç (laapıkeç): Hayal kırıklığına uğramış, ümidi boşa çıkmış.
läle (lääle): Kırmızı çiçek, lâle.
länet (läänet): Lânet.
läş (lääş): Cansız vücut, ölmüş beden, ceset.
lebiz: 1.Vaat, söz verme. 2.Yemin, ant.
legenda: Efsane, menkıbe.
leylisaç: Salkım söğüt.
liriki: Lirik.
loh loh: Kahkaha.
l. l. et-: Kahkahayla gülmek.
lomay: 1.Toptan, bütünüyle, hep. 2.Çok miktarda, bütün.
lovurda-: Işıldamak.
-M-
mağlumat (mağluumaat): 1.Bilgi, malûmat, haber. 2.Doküman, materyal.
mağtan-: Övünmek.
mahal: 1.Zaman, an. 2.Devir, çağ.
mahmal: Kadife.
mahsus (mahsuus): Özgü, ait.
maksat: Niyet, maksat, murat, amaç, hedef.
maksatlı: 1.Maksatlı, amaçlı. 2.Kasıtlı.
mal (maal): 1.Mal, büyük ve küçükbaş hayvan. 2.Mal, mülk.
maldarçılık
(maaldaarçılık): Hayvan bakıcılığı, hayvan yetiştiriciliği.
mal-gara (maal-gara): Büyük ve küçükbaş hayvanların hepsi.
mallı (maallı): 1.Büyük ve küçükbaş hayvanı olan. 2.Zengin, varlıklı.
mama (maama): 1.Anne anne; nine. 2.Yaşlı kadınlarla konuşurken kullanılan kelime;
nine.
mamla (maamla): 1.Gerçek, hakikat, doğru. 2.Haklı.
manı (maanı): Mana, anlam.
manı çıkar- (maanı çıkar-): Mana çıkarmak, sonuç çıkarmak, belli bir fikre ulaşmak.
mañız: 1.İç, öz. 2.Ceviz, badem gibi meyvelerin çekirdeğinin içi.
mañlay: Alın.
maral: Dişi geyik, meral.
maslahat: Öğüt, nasihat, tavsiye.
maşğala: 1.Aile. 2.Çocuk, yavru.
maşın (maşıın): Araba.
mata (mataa): Kumaş.
matlap: 1.Maksat, gaye, amaç, hedef. 2.Emel, meram.
mavı (maavı): Mavi, gök.
may I: Mayıs.
may II: Fırsat.
maya I
(maaya): Dişi deve, maya.
maya II
(maaya): Sermaye, ana para.
maya
III (maaya): Maya (yoğurt için).
mayka: Fanilâ.
maysa: Yeni yeşermeye başlayan arpa/buğday; hasıl.
maza (mazaa): Bir şeyden alınan lezzet, zevk, haz, tat.
mazalı (mazaalı): Lezzetli, zevkli, tatlı.
mazar (mazaar): Kabir, mezar, türbe, sanduka.
mazmun (mazmuun): 1.Muhteva. 2.İçindekiler.
mähir: 1.Muhabbet, sevgi. 2.Şefkat, merhamet. 3.Nezaket, incelik.
mähriban (mähribaan): 1.Sevgili, çok sevilen. 2.Öz, can.
mäkäm (määkääm): Sağlam, sıkı, kuvvetli, muhkem.
mäle- (määle-): Melemek.
mälim (määlim): Malûm, belli, bilinen.
m. et-: 1.Bildirmek. 2.Belli etmek, açığa vurmak. 3.Açıklamak.
märeke (määreke): Topluluk, cemaat, kalabalık.
mäşe
(määşe): Horoz (ateşli silâhlar için).
mätäç (määtääç): Muhtaç.
m. bol-: İhtiyaç duymak, muhtaç
olmak
mätäçlik (määtääçlik): Fakirlik, yoksulluk.
meclis (mecliis): Meclis.
medeni
(medenii): Kültürel, kültürle ilgili.
medet: Destek, yardım.
medet ber-: Güç vermek, destek vermek.
meğer: Belki, muhtemelen, her hâlde.
meğerem: bk. meğer.
mekan (mekaan): Mekân, yer, yurt.
mekdep: Mektep, okul.
mekgecöven: Mısır (yiyecek).
mekir: Kurnaz, sinsi, hilekâr.
mele: Sarıya çalan açık kahverengi; bej, kumral.
melek: Melek.
melhem: Merhem.
men: Ben.
men diyen: 1.Kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan. 2.Seçkin, kalbur üstü, üstün.
menimsiremeklik: Kibirlilik, büyüklük taslama.
men menlik: Kibirlilik, kendini büyük görme.
menşevik: Rus sosyal demokrat hareketi içinde bolşevikliğe karşıt olarak gelişen akım yanlısı; menşevik.
menzil: Menzil.
meñiz: Beniz, yüz, çehre.
meñze-: Benzemek.
meñzeş: 1.Benzer. 2.Gibi.
meñzeşlik: Benzerlik.
meñzet-: Benzetmek.
mercen: Mercan.
merdan (merdaan): Yiğit, mert, bahadır.
merdana (merdaana): bk. merdan.
merdem: Yiğit, cesur, yürekli.
merğen: Nişancı, atıcı.
merği: Kolera.
merhum (merhuum): Merhum, rahmetli.
mermer: Mermer.
mert: Cesur, yürekli, cesaretli, yiğit, mert.
mertebe: 1.Erdem, fazilet. 2.Haysiyet, onur, şeref. 3.Mertebe, derece. 4.Meziyet, üstünlük.
mertlik: Yiğitlik, mertlik.
mes: 1.Verimli (toprak). 2.Mutlu, neşeli, keyifli.
mesele: Mesele, problem, sorun.
mese-mälim (mese-määlim): Apaçık, besbelli.
mesğen: Mesken, ev.
meslik: 1.Güçlülük, kuvvetlilik. 2.Zenginlik. 3.Mutluluk, neşelilik.
meşğul (meşğuul): Meşgul.
meşğullan- (meşğuullan-): Meşgul olmak, ilgilenmek, uğraşmak.
meşhur (meşhuur): Ünlü, tanınmış.
meşhurlık (meşhuurlık): Ünlü olma, tanınmışlık.
meydan (meydaan): Meydan, alan, saha.
meyil: Bir şeye olan heves, istek, meyil.
m. et-: Meyletmek, yönelmek.
meylis: Gönlü hoş etmek için yapılan toplantı, dostlar toplantısı, meclis.
mıdam (mıdaam): Her zaman, daima, devamlı, sürekli, hep.
mıdama (mıdaamaa): bk. mıdam.
mıdar (mıdaar): 1.Hayat, gün geçirme, yaşayış. 2.Sabır, tahammül, takat.
m. et-: Sabretmek, dayanmak.
mıhman (mııhmaan): 1.Misafir, konuk. 2.Davetli.
m. bol-: Misafir olmak, konuk olmak.
mıhmansöyerlik (mııhmaansöyerlik): Misafirperverlik.
mıhmansöyüci (mııhmaansöyüci): Misafirperver.
mıhmansöyücilik (mııhmaansöyücilik): bk. mıhmansöyerlik.
mılakatlı (mılaakatlı): 1.Sıcak, samimî, içten. 2.Tatlı, müşfik, şefkatli.
mılayım (mılaayım): 1.Sıcak, samimî, içten. 2.Serin (hava). 3.Güzel (ses). 4.Tatlı, hoş, sevimli. 5.Yumuşak.
mınasıp (mınaasııp): Münasip, uygun, lâyık.
mırat (mıraat): Arzu, istek, niyet, maksat, murat.
mısal (mısaal): Misal, örnek.
mıssık: 1.Taze. 2.Diri.
mış: Söylenti, şayia, rivayet.
mifologiya: Mitoloji.
millet: Millet, kavim, ulus.
milli
(millii): Millî.
minit: Binek.
minnetdar (minnetdaar): Minnettar.
m. bol-: Minnettar olmak, minnettarlık duymak.
minut: Dakika.
mirap (miiraap): Bir şehrin su işlerine bakan kimse, sucu.
miras (miiraas): Miras, tereke.
misli: Güya, sanki.
missioner: Misyoner.
miting: Miting.
mive (miive): Meyve.
mize- (miize-): Sarsılmak, gevşemek.
molla (moolla): Molla, din adamı.
moncuk (mooncuk): 1.Boncuk. 2.Damla (su, yağmur).
motor: 1.Motor. 2.Traktör.
möcek (mööcek): Kurt (yırtıcı hayvan).
möhlet: Mühlet, süre, müddet.
möhüm: Mühim, önemli.
muğallım: Muallim, öğretmen.
muhabbet: Muhabbet, sevgi.
muhannes: Korkak, ödlek.
mukam (mukaam): Beste, ezgi, makam.
mukdar (mukdaar): 1.Miktar. 2.Kemiyet, nicelik.
murt: Bıyık.
musulman (musulmaan): Müslüman.
muşdak (muşdaak): Candan seven, hayran, âşık, müştak, düşkün.
muzey: Müze.
müdimilik (müdiimilik): Ebedîlik, sonsuzluk.
mülk: Mal, mülk.
mümkin (mümkiin): Mümkün.
mün-: 1.Binmek. 2.Üzerine çıkmak.
münder: Üst üste yığılmış olan, yığın, öbek.
müñ: Bin.
müñkür: Şüpheci.
müñläp
(müñlääp): Binlerce.
müñze-: Yüklenmek, dayanmak, atılmak, ileri eğilmek.
müşk: Misk.
-N-
naçalnik: 1.Komutan. 2.Amir.
naçar (naaçaar): Naçar, aciz, çaresiz, zavallı.
nadan (naadaan): Cahil, bilgisiz.
nadanlık (naadaanlık): Cahillik, bilgisizlik.
nağış: Nakış, motif, desen.
nağma: 1.Nağme, ezgi, melodi. 2.Şiir.
nahar: Yemek, aş.
naharla-: Yemek yedirmek, karnını doyurmak.
naharlan-: Yemek yemek.
nakıl: Ata sözü, darbımesel.
nala- (naala-): 1.İnlemek, inildemek. 2.Sızlanmak, yakınmak, yanıp yakılmak, şikâyet etmek.
namart (naamaart): Namert.
namaz (namaaz): Namaz.
namaz oka- (namaaz oka-): Namaz kılmak.
namıs (naamıs): Irz, namus, iffet.
n. et-: Utanmak, sıkılmak, çekinmek.
nan (naan): Ekmek.
nar (naar): Nar.
nazar: Bakış, bakma, nazar.
nazar ayla-: Göz gezdirmek.
nazar sal-: Bakmak.
näçe (nääçe): 1.Nice. 2.Nasıl, ne biçim. 3.Ne kadar (çok). 4.Ne. 5.Kaç.
nädoğrı (näädoğrı): 1.Doğru değil, yanlış. 2.Gerçek değil, yalan.
näğehandan (nääğehaandan): Ansızın, aniden, birden.
näğile (nääğiile): Memnun kalmayan/olmayan, hoşnutsuz, şikâyetçi.
nähak: 1.Haksız. 2.Doğru olmayan, yanlış. 3.Sebepsiz, gereksiz, boş yere, yersiz.
nähili (näähili): Nasıl, ne kadar, ne gibi.
nähoş (näähoş): Rahatsız, hasta.
näler (nääler): Neler.
näme (nääme): 1.Ne. 2.Nasıl.
närazı (nääraazı): Rızasız, razı olmayan, memnun olmayan.
nät- (näät-): Ne yapmak/etmek.
nätanış (näätanış): Meçhul, tanımadık
näz (nääz): 1.İşve, cilve. 2.Naz, kapris.
n. eyle-: Naz etmek, nazlanmak.
näzik (nääzik): Nazik, ince, kolay kırılan.
ne: Ne.
nebis: Nefis, nefs, kendi.
nebit: Petrol.
neğada (neğaada): Bazen, arada sırada.
nem:
1.Nem, ıslaklık. 2.Göz yaşı. 3.Yağmur.
neneñ: Nasıl.
nepis
(nepiis): Nefis, güzel, zarif.
ner: bk. iner.
nesihat (nesiihat): Nasihat, öğüt.
nesil: Nesil, soy, soy sop.
nesip (nesiip): Nasip, kısmet.
netice (netiice): Netice, sonuç.
neyle-: Ne yapmak, ne etmek.
nığmat: 1.Yiyecek. 2.Tat, lezzet.
nışana (nışaana): 1.Nişan, hedef. 2.Hedef tahtası.
3.Hedef, amaç.
nice: Nice, çok.
niçik: Nasıl.
nika (nikaa): Nikah.
nikala- (nikaala-): Nikahlamak.
nikap (nikaap): Perde, örtü.
nil
(niil): Namlu.
nire (niire): Nere.
niyet: Niyet.
nobat (noobat): Sıra, nöbet.
noğsan (noğsaan): Eksik, noksan, kusur.
noğsansız (noğsaansız): Eksiksiz, noksansız, kusursuz.
noğul: Doğu ülkelerine özgü, yumuşakça bir tatlı türü.
nohut: Nohut.
nokat: Nokta.
nöker: Hizmetçi.
nur (nuur): Işık, nur.
nurana (nuuraana): Işık saçan, parıldayan, nurlu.
nurbat: 1.Cıvata, vida. 2.Düğme (radyo için).
-O-
oba (ooba): Köy, oba.
obaçılık (oobaçılık): 1.Köy toprağı, köye ait toprak. 2.Köylerin çok olduğu yer, birkaç
köy bulunan yer. 3.Köy hayatıyla ilgili âdet, gelenek.
obadaş (oobadaş): Köydeş, aynı köyden olan, köylü.
ocak (oocak): Ocak.
ocar: Kumluk yerlerde yetişen ve odun olarak kullanılan küçük yapraklı bir ağaç.
oda ur- (ooda ur-): Heba etmek, çarçur etmek, yele vermek.
odun (oodun): Odun.
ofitser: Subay.
oğlan: 1.Oğlan. 2.Çocuk.
oğlanlık: Çocukluk.
oğrın (oğrıın): Gizli, gizlice.
oğşa-: Okşamak, öpmek.
oğul: Oğul, erkek çocuk.
oğul-gız (oğul-gıız): Çocuk, zürriyet, nesil.
oğurlık: 1.Hırsızlık. 2.Çalınmış mal.
ok: Mermi, kurşun.
oka-: Okumak.
okal-: Okunmak.
okaş: Okuyuş.
okgunlı: Çok çabuk hareket eden, ateşli, coşkulu, şevkli.
okı-: Okumak.
okıcı (okııcı): Okuyucu, okur.
okla-: Atmak, fırlatmak.
okop: Siper.
oktyabr: Ekim (ay).
okuv: 1.Okuma, tahsil, öğrenim. 2.Ders.
okuvçı: Öğrenci, talebe.
ol: O.
ol-:
Olmak (20. yüzyıl öncesine ait Türkmence metinlerde "bol-" yanında
"ol-" fiili de kullanılmıştır).
olar: Onlar.
olca: 1.Kâr, kazanç. 2.Ganimet (savaşta).
omaça: Uyluk kemiği, but/kol kemiği.
omur-: Kırmak, koparmak, kırıp ayırmak, ikiye ayırmak/bölmek.
omza-: Atılmak, yüklenmek.
on (oon): On.
onda: 1.Onda. 2.Orada. 3.O zaman.
ondan: 1.Ondan. 2.Oradan.
onlarça (oonlarça): Onlarca.
onsoñ: Sonra, sonradan, daha sonra, ondan sonra.
onyança (onyaança): O anda.
oñ: Hayırlı, faydalı.
oñ-: 1.Yapmak, etmek. 2.Geçinmek.
oñat: İyi, güzel, münasip, uygun.
oñın (oñıın): Güzel, iyi, doğru.
oñlı: 1.İyice, güzelce, yeterince, tam. 2.Dürüst, namuslu.
oñsuz: Hayırsız, faydasız.
or-: Biçmek.
orak: 1.Orak. 2.Hasat (mevsimi).
oral ayal (oral ayaal): Yaşlı kadın.
orayanı (oraayanı): Pempe.
orden: Nişan.
orna-: 1.Yerleşmek, kök salmak. 2.Etki etmek.
orta: Orta.
orta at- (ortaa at-): Ortaya koymak, belirtmek.
ortaça: Orta derecede, orta.
orun: Yer.
ot (oot): Ateş, od.
ot: 1.Ot. 2.Yem, hayvan yemi.
otağ: Oda.
otır (otıır < oturar): Oturur, oturuyor.
otla- (ootla-): Yakmak, tutuşturmak.
otlı (ootlı): 1.Ateşli. 2.Tren.
otparazlık (ootparazlık): Ateşperestlik.
otryad: 1.Ekip, takım. 2.Bölük, tim.
otur-: 1.Oturmak. 2.Durmak (yardımcı fiil).
oturğıç: Sandalye, iskemle, tabure.
oturıl-: Oturulmak.
oturımlı: Yerleşik, göçebe değil.
otuz: Otuz.
ovadan: 1.Güzel, alımlı, şirin. 2.Zarif, şık.
ovaz (ovaaz): 1.Ses, seda. 2.Melodi, nağme. 3.Güzel/hoş ses.
ovlak: Oğlak.
ovsun-: 1.Coşmak, kükremek, köpürmek. 2.Dalgalanmak.
oy-I (ooy): Fikir, düşünce.
oy-II (ooy): Çukur, çukurluk.
oya bat- (ooya bat-): Düşünceye dalmak.
oyan-: 1.Uyanmak. 2.Ortaya çıkmak, türemek.
oyar-: 1.Uyandırmak. 2.Canlandırmak, güçlendirmek.
oyat-: Uyandırmak.
o yer: Ora.
oyla- (ooyla-): Düşünmek.
oylan- (ooylan-): Düşünmek.
oyna-: 1.Oynamak. 2.Şaka yapmak, dalga geçmek, eğlenmek.
oynaş-: Oynaşmak.
oyun: 1.Oyun. 2.Şaka.
oyunçı: 1.Oyuncu. 2.Şakacı.
oz-: Geçmek, geride bırakmak, yarışı kazanmak.
ozal: 1.Daha önce/evvel, önce. 2.Önceleri.
ozdur-: 1.Öne geçirmek. 2.Öne geçmek.
ozokerit: Ozokerit, yer mumu.
-Ö-
öç (ööç): Öç, intikam.
öç-: Sönmek.
öçür-: Söndürmek.
ökce: Ökçe.
ökde: 1.Usta, mahir, becerikli, eli yatkın. 2.Üstün.
öküz:
Öküz, boğa.
öl (ööl): Islak, nemli.
öl-: Ölmek.
ölçe-: 1.Ölçmek. 2.Kıyaslamak.
ölçeğ: 1.Ölçek. 2.Ölçü.
öldür-: Öldürmek.
öli:
Ölü.
ölinçä (öliinçää): Ölünceye kadar, ömür boyu, daima, sürekli, hep.
ölüm: Ölüm.
ömür: 1.Ömür, hayat. 2.Ömür boyu, daima, devamlı, sürekli. 3.Hiç, hiçbir zaman, aslâ.
ömürbakı (ömürbaakı): Ömür boyu, daima, devamlı, sürekli, ebediyen.
ömürboyı: Ömür boyu, daima, devamlı, sürekli.
ömürlik: Müebbet, ebediyen, daima, her zaman, ömürlük.
ön- (öön-): 1.Doğmak, meydana gelmek, türemek. 2.Ürün vermek, bitmek, yetişmek.
öndür- (ööndür-): Üretmek, yetiştirmek.
öndürici (ööndürici): Üretici, yetiştirici.
önüm (öönüm): Ürün, mahsul.
öñ: 1.Ön, ön taraf, ileri. 2.İlk. 3.Önce, önceleri, başta.
öñki: Sabık, önceki, daha önceki.
öñürti: 1.Daha önce, daha evvel. 2.Önce, evvel.
öp-: Öpmek.
örän (örään): 1.Çok, fazla. 2.İyice, oldukça.
öri
(ööri): Mera, otlak.
örk: İp, bağ, örk.
örküç: 1.Hörgüç. 2.Kambur.
ös- I: 1.Büyümek, gelişmek. 2.Genişlemek, kabarmak.
ös- II: Esmek, hafifçe esmek.
ösdür-: 1.Büyütmek, yetiştirmek. 2.Geliştirmek.
ösdüril-: 1.Büyütülmek, yetiştirilmek. 2.Geliştirilmek.
ösümlik: Bitki.
ösüş:
Gelişme, büyüme.
öt-: 1.Geçmek. 2.(Dünyadan) geçmek, ölmek.
ötäğit- (ötääğit-): Varıp gitmek, geçip gitmek, uzaklaşmak.
öten: Geçen, geçmiş.
ötül-: Geçilmek.
öv-: Övmek, methetmek.
övği:
Övgü, medih, sitayiş.
övran-övran(övraan-övraan): 1.Bir kaç defa. 2.Tekrar tekrar. 3.Art arda.
övren-: 1.Öğrenmek. 2.Alışmak.
övrendekli: 1.Alışılmış. 2.Müzmin, kronik.
övreniş-: Doymak, bıkmak.
övret-: Öğretmek.
övrül-: Dönmek, çevrilmek.
övşün: Şule, ışık, parıltı.
övşün at-: Parıldamak, ışık saçmak.
övün-: Övünmek.
övür-: Çevirmek, döndürmek.
övüs-: 1.Esmek. 2.Renkten renge/şekilden şekle girmek, parıldamak.
övüşğin: Parıltı, ışık.
övüt: Öğüt, nasihat.
övüt ber-: Öğüt vermek, nasihat etmek.
öy: Ev.
öyer-: Evermek, evlendirmek.
öykele-: Gücenmek, darılmak, kırılmak.
öykesiz: Öfkesiz, dargın/kırgın değil.
öylen-: Evlenmek.
öylendir-: Evlendirmek.
öyme: Eşarp, şal.
öyt-: 1.Sanmak, zannetmek. 2. ... diye düşünmek.
öyüt-: bk. öyt-.
öz (ööz): 1.Kendi. 2.Öz, asıl.
özara (öözaara): 1.Kendi içinde. 2.Karşılıklı.
özbaşdak
(öözbaşdak): Bağımsız, müstakil, hür, özgür.
Özbek: Özbek.
özboluşlı (öözboluşlı): Özgün, farklı.
özen: Öz, iç.
özğe: 1.Başka, başkası, diğer, öteki, öbür. 2.Yabancı, başkasına ait.
özğerişlik: Değişiklik.
öz-özünden (ööz-öözünden): Kendiliğinden.
-P-
pağta: Pamuk.
pağtaçı: Pamukçu.
pahır (pahıır): 1.Yoksul, fakir. 2.Biçare, âciz, zavallı. 3.Rahmetli.
palçık: Balçık, çamur.
pamık (paamık): Pamuk (bitki adı olarak).
panus (paanuus): Fener, lâmba.
papak: Kasket, şapka.
para
I (paara): Rüşvet.
para
II (paara): Parça.
parahat (paraahat): Huzurlu, sakin, sessiz.
parahatlık (paraahatlık): 1.Sakinlik, sessizlik, sükûnet, huzur. 2.Barış.
parasat
(parasaat): Feraset, akıl, düşünce.
parasatlılık
(parasaatlılık): Ferasetlilik, akıllılık.
parh: Fark.
parla-: Parlamak.
parovoz: (Buharlı) lokomotif.
Pars: Fars.
partiya: Parti.
parz: Farz.
parça-I: Parça.
parça-II: Giyilmemiş elbise, yeni elbise/takım.
parçala-: Parçalamak.
pasıl: Mevsim.
paş-: Şansı olmak, kısmeti açılmak.
patı-putı: Ufak tefek ev eşyası; pılı pırtı.
patışa (paatışaa): Çar.
patrak: Kavrulmuş mısır.
pay (paay): Pay, hisse.
payhas: Feraset, anlayış, sezgi, his, zekâ.
payhaslı: Ferasetli, anlayışlı, zeki.
payla- (paayla-): Bölmek, bölüştürmek, üleştirmek, dağıtmak.
paylan- (paaylan-): Bölünmek, bölüştürülmek, üleştirilmek, dağıtılmak.
paylaş- (paaylaş-): Paylaşmak, bölüşmek.
paytun (paytuun): Fayton.
paytunçı (paytuunçı): Faytoncu.
pähim: Akıl, fikir, anlayış, sezgi, feraset.
päk (pääk): Pak, temiz, saf, duru.
päki (pääki): Ustura.
päkize (pääkiize): Pak, temiz, saf, duru.
pälvan (päälvaan): Pehlivan.
peç: Soba.
peder: Baba.
pel: Tarla, arsa, parsel.
pelek: Felek, dünya.
pelpelle-: Havada kanat gerip durmak, süzülmek.
pena
(penaa): 1.Barınak, sığınak. 2.Himaye eden,
koruyan, koruyucu. 3.Yardım.
pence: Pençe.
pencek: Ceket.
pencire: Pencere.
pent: Nasihat, öğüt.
perde: Perde.
peri (perii): 1.Peri, peri kızı. 2.Güzel.
peri-peyker (perii-peyker): 1.Peri, peri kızı. 2.Güzel.
perişde (periişde): Melek.
perizat (periizaat): Peri, peri kızı.
perron: Peron.
perzent: Çocuk, yavru, bebek.
pes: 1.Alçak, düşük, basık, aşağı, engin. 2.Alçak, pespaye, süflî, kötü.
pesel-: Alçalmak, eksilmek, düşmek, inmek.
pesle-: 1.Aşağı inmek, aşağıdan uçmak (kuş, uçak vb.). 2.Sağlığı bozulmak,
sağlık durumu kötüleşmek.
pessecik: Biraz engin/alçak.
peyda I (peydaa): 1.Fayda. 2.Kâr, kazanç.
p. et-: Fayda etmek, fayda vermek.
peyda II (peydaa): Ortaya çıkma, görünme.
p. bol-: Ortaya çıkmak, görünmek.
peydalan- (peydaalan-): Faydalanmak.
peydalı (peydaalı): Faydalı.
peykam (peykaam): Yayın ucu temrenli oku, ok.
peymana (peymaana): 1.Bardak, kâse. 2.Ölçek. 3.Ecel.
peymanası dol- (peymaanası dool): Vefat etmek, ölmek.
pıçak: Bıçak.
pığamber (pıığamber): Peygamber.
pıntık: Tomurcuk.
pırlanıp-pırlanıp: Döne döne.
pışırda-: 1.Fısıldamak. 2.Mırıldanmak.
pıtra-: Dağılmak, yayılmak, saçılmak.
pıyada (pıyaada): 1.Adam, insan. 2.Yaya. 3.Satrançta oyun başında ön sıraya dizilen sekiz küçük taş, piyon, piyade.
pız-: 1.Al aşağı etmek. 2.(Tahttan) indirmek.
pida (pidaa): Feda olan, kurban.
p. et-: Feda etmek, bir şeyin uğruna canını vermek.
pikir: Fikir, düşünce.
p. et-: Fikretmek, düşünmek, tasavvur etmek, tasarlamak.
p. eyle-: Fikretmek, düşünmek, tasavvur etmek, tasarlamak.
pikir ber-: 1.Dikkat etmek. 2.Dikkatle dinlemek. 3.Önemsemek, önem vermek. 4.Değer vermek.
pikirlen-: Düşünmek.
pil (piil): Bel, kürek.
pisse: Antep fıstığı.
pişme: Pişi.
plan: 1.Plân. 2.Program.
planeta: Gezegen.
poçta: Posta, postahane.
poema: Uzun şiir.
poeziya: Şiir.
pogon: Apolet, omuzluk.
polat: Çelik.
polkovnik: Albay.
pomidor: Domates.
porsa-: Pis kokmak, leş gibi kokmak.
port-I: Liman.
port-II: Kırılgan, zayıf, gevşek.
portfel: Çanta.
pos: Küf, pas.
post: Sınır ve benzeri yerlerde bulunan gözetleme noktası, gözetleme kulesi.
pökgi: Top (spor için).
professional: Profesyonel.
pudak (puudak): 1.Dal (ağaç için). 2.Dal, kol, şube.
puğta: 1.Sağlam. 2.İyi.
pukara (pukaraa): Fakir, yoksul.
pul: Para.
pursat: 1.Zaman, vakit, an. 2.Fırsat.
puşman (puşmaan): Pişman.
p. et-: Nedamet etmek, pişman olmak, pişmanlık duymak.
pürli: İğne yapraklı.
-R-
radio: Radyo.
rahat (raahat): Rahat.
rast (raast): Doğru, gerçek.
rayat (raayat): Tebaa, uyruk.
razı (raazı): 1.Hoşnut, memnun, razı. 2.Tatmin olma. 3.Yetinme.
razılaş- (raazılaş-): 1.Razı olmak, rıza göstermek. 2.Anlaşmak. 3.Helâlleşmek.
rehimli: Merhametli.
rehimsiz: Merhametsiz, acımasız.
reñbereñ: Rengârenk, renk renk.
reñk: 1.Boya. 2.Renk.
reñkli: 1.Boyalı. 2.Renkli.
resmi (resmii): Resmî.
revolyutsion: Devrim.
reyhan
(reyhaan): Reyhan, fesleğen.
romantik: Romantik.
romantiki: Romantizme dayanan, temelini romantizmden alan.
romantizm: Romantizm.
ruğsat: Ruhsat, izin.
ruh (ruuh): Ruh.
Rum:
Anadolu.
Rus:
Rus.
-S-
saba- (saaba-): Bitmek, tükenmek.
sabır: Sabır, tahammül.
s. et-: Sabretmek, dayanmak, tahammül etmek.
sabırlılık: Sabırlılık, dayanıklılık.
saç: Saç.
saç-: Saçmak, serpmek.
saçak: Sofra.
sada (saada): 1.Basit, sade, yalın. 2.Sade, alçak günüllü, mütevazî. 3.Anlaşılır, açık.
sadaka: Kurban.
sadalık (saadalık): Sadelik, alçak gönüllülük, mütevazîlik.
sadap: 1.Sedef. 2.Düğme.
sadık (saadık): Sadık, vefalı.
sağ-I: Sağ, sağlığı yerinde, sağlıklı, sağlam, sıhhatli.
sağ-II: Sağ (yön).
sağ-: Sağmak.
sağ-aman (sağ-amaan): Sağ salim.
sağat (saağat): Saat.
sağat: Sağlıklı, sağlığı yerinde, sıhhatli, hastalıksız, sağlam.
sağdın: Dinç, sağlam.
sağlık: Sağlık, sıhhat.
sağrı: Sağrı, sırt.
sahap (sahaap): Cilt (kitap için).
sahı (sahıı): Cömert, eli açık.
sahılık (sahıılık): Cömertlik.
sahıpa (sahııpa): Sayfa, sahife.
saka: 1.Kanalın/ırmağın suyunun bölündüğü yer; su bölünme yeri. 2.Aşık oyununda atılıp oynanan seçme aşık ya da inek veya deve aşığı. 3.Kavşak (yol).
sakçı: Muhafaza eden, koruyan, muhafız, bekçi.
sakga: Birden, anîden.
sakgal: Sakal.
sakgallı: Sakallı.
sakla-: 1.Saklamak, korumak, muhafaza etmek. 2.Gizlemek. 3.(Eline) almak, tutmak. 4.(Hatırda) tutmak.
saklan-: 1.Durmak, duraklamak. 2.Korunmak, saklanmak, muhafaza edilmek. 3.Saklanmak, gizlenmek.
saklav: Muhafız, koruma.
sal (saal): Sal (suda).
sal-: 1.Yapmak, kurmak. 2.İçine koymak, yerleştirmek.
salam (salaam): 1.Selâm. 2.Selâmün aleyküm, merhaba!
sala sal- (salaa sal-): Danışmak, birinin fikrini almak, istişare etmek.
saldır-: 1.Yaptırmak, kurdurmak. 2.Bir şeyin içine yerleştirmek.
salğı ber-: Tavsiye etmek.
salğım (saalğım): Serap.
salım: Zaman, vakit.
salın-: 1.Kurulmak, inşa edilmek, yapılmak. 2.Kendisi için kurmak, inşa etmek, yapmak.
Salır: Bir Türkmen oymağının adı.
salış-: 1.Birlikte çalışmak, iş yapmak, inşa etmek, kurmak. 2.Birlikte koymak, yerleştirmek. 3.Kavga etmek. 4.Çarpışmak, vuruşmak (düşmanla).
salkın: Serin, soğuk.
salla-: Salmak, yukarıdan aşağıya bırakmak, indirmek.
sallançak: Salıncak.
saman (saaman): Saman.
samolyot: Uçak.
samsık: Ahmak, aptal, geri zekâlı, serseri.
san (saan): Sayı.
sana- (saana-): Saymak.
sana gir- (saana giir-): Adam yerine konulmak.
sanal- (saanal-): Sayılmak, hesaplanmak.
sanalğısı dol- (saanalğısı
dool-): Vadesi yetmek.
sanavaç (saanavaaç): 1.Çocuk oyunlarında
söylenen ahenkli sözler. 2.Ölenin ardından söylenen bir tür ağıt.
sanç-: 1.Batırmak, saplamak. 2.İğne vurmak.
sandık: Sandık.
sandıra-: Zangırdamak, titremek.
sanı (saanı): Adet, tane.
sanlı (saanlı): Sayılı gün, az vakit, kısa zaman.
sansız (saansız): 1.Hakir/hor görülen, insan yerine konulmayan. 2.Sayısız, çok fazla, haddinden fazla.
sapa (sapaa): Sefa, zevk, keyif, eğlence.
sapak: 1.Ders. 2.Ev ödevi.
sapak al-: 1.Ders almak, okumak. 2.Eğitim görmek, öğrenmek, tecrübe kazanmak.
sapalı (sapaalı): Zevkli, eğlenceli, keyifli.
sara-: Sarmak, dolamak, bağlamak.
saral- (saaral-): Sararmak.
sarart- (saarart-): Sarartmak.
saray: 1.Saray, köşk. 2.Şehre gelenlerin dinlenebilmesi için yapılan yer. 3.Hayvan bağlanan geniş avlu.
sarğıt: 1.Vazife, görev, iş. 2.Tembih.
s. et-: Rica etmek, bir işi yapmasını istemek, buyurmak, emretmek.
sarı (saarı): Sarı.
Sarık: Bir Türkmen oymağının adı.
sarpa: 1.Kıymet, değer. 2.Hürmet, saygı.
sarpa goy-: Saymak, hürmet göstermek, saygı duymak, hürmet etmek.
sarpa sakla-: Saymak, hürmet göstermek, saygı duymak, hürmet etmek.
sars-: Sallanmak, titremek, sarsılmak.
sasi:
Bozuk, kötü.
sat-: Satmak.
sataş-: 1.Rastlamak, karşılaşmak. 2.Buluşmak, görüşmek. 3.Yakalanmak, tutulmak (hastalık vb.).
satıl-: Satılmak.
say- I (saay-): Saymak, farzetmek, kabul etmek.
say- II (saay-): Pamuk, yün vb. şeyleri değnekle dövmek.
saya (saaya): Gölge.
saya sal- (saaya sal-): Gölge salmak, gölgelenmesini sağlamak.
sayavan (saayavaan): Şemsiye.
sayğar-: Seçmek, gözü iyi almak, farketmek, tanımak, bilmek.
sayhallı: 1.Düzenli, tertipli. 2.Terbiyeli, uysal.
sayhallılık: 1.Düzenlilik, tertiplilik. 2.Terbiyelilik, uysallık.
sayla-: Seçmek, ayırmak.
saylan-: 1.Seçilmek, farkedilmek. 2.Bir yerden uzaklaşmak. 3.Yetişip olgunlaşmak, büyümek.
sayra-: 1.Ötmek, şakımak. 2.Mutlu konuşmak, sanatlı konuşmak. 3. Güzel türkü söylemek, güzel ses çıkarmak.
sayyat
(sayyaat): Avcı.
saz (saaz): 1.Beste, ezgi. 2.Saz (müzik aleti).
sazak (saazak): Orta Asya'nın kumluk yerlerinde yetişen ve yakacak olarak kullanılan iğne yapraklı bir ağaç.
sazanda (saazanda): Müzisyen, çalgıcı.
sazlı (saazlı): Müzikli, müzikal.
sähel: Biraz, azıcık, az.
sähelçe: Azıcık, birazcık.
säher: Seher, sabah.
säher bilen: Sabahleyin.
sähra (sähraa): Sahra, çöl.
säv (sääv): Yanlış.
sebäp (sebääp): 1.Sebep. 2.Çünkü.
sebäpli (sebääpli): -dan/-den ötürü, -dan/-den dolayı. 2.Sebepli, sebebi var olan.
sebet: Sepet.
sebit: Civar, yöre.
seç-: 1.Dağıtmak, serpmek, saçmak. 2.Seçmek.
seçek: Saçak, püskül.
seçekli: 1.Saçaklı, püsküllü. 2.Bir şal türü.
seçil-: 1.Saçılmak, serpilmek. 2.Seçilmek.
seda (sedaa): Ses, seda.
sedasız (sedaasız): 1.Sessiz, sessiz sedasız. 2.Sessizce.
seki: Evlerin önüne oturmak için taş ve çamurdan yapılan set; seki.
sekunt: Saniye.
selçeñ: Sık olarak rastlanmayan, seyrek.
seleñ: Engin, çok geniş.
selin: Kumluk yerlerde yetişen iğne yapraklı, çok yıllık bir bitki.
sem: Sessiz.
s. bol-: Suspus olmak, sesini kesmek.
s. et-: Susturmak.
sen: Sen.
sene: Sene, yıl.
senet: 1.Sanat, meslek. 2.Alet edevat, araç gereç.
senetçi: Sanatkâr.
senetçilik: Sanatkârlık.
sep-: Saçmak, serpmek.
sepil (sepiil): Sefalet çeken, sefil, yoksul, muhtaç.
sepil-: Serpilmek, saçılmak.
ser: 1.Baş, kafa. 2.İstek, arzu, heves, meyil.
ser-: Sermek, yaymak, açmak.
serçe: Serçe.
serdar (serdaar): Başkan, lider, serdar, kumandan, komutan.
serediş-: 1.Bakışmak, karşılıklı olarak birbirine bakmak. 2.Bir işi incelemede
yardımlaşmak.
seret-: 1.Bakmak. 2.İncelemek, gözden geçirmek.
serğezdan (serğezdaan): Serseri, avare, ipsiz, sefil.
serğin: Serin.
serhoş
(serhooş): 1.Hoşa giden bir şeyden dolayı kendinden
geçen. 2.Bir şeyden çok fazla mutluluk duyan.
serme-: Bir şeyi el ile aramak, yoklamak, karıştırmak.
serp-: 1.Açıp bırakıvermek, hızlıca açmak. 2.Serpmek, dağıtarak dökmek, saçmak.
serpay (serpaay): Takdir edilen, beğenilen bir kimseye giydirilen süslü elbise; hilât, kaftan.
servi: Servi.
ses: Ses, seda.
s. et-: Ses çıkarmak, seslenmek.
ses ber-: Ses vermek, seslenmek, karşılık vermek.
seslen-: Seslenmek.
setir: Satır.
seyil: Gezinti, piknik, eğlence.
s. et-: Geziye çıkmak, piknik yapmak, eğlenmek.
seyran (seyraan): Seyran, gezinti.
s. et-: Gezinmek, gezintiye çıkmak.
seyrek: Seyrek, sık olmayan.
sığ-: Sığmak.
sığın-: Sığınmak, yardım dilemek.
sığır: İnek.
sıkılık (sııkılık): Islık.
sıl- (sııl-): 1.Silmek. 2.Sürmek, çalmak (bir şeyin yüzüne).
sıla- (sııla-): 1.Saygı göstermek, hürmet etmek. 2.Acımak, merhamet etmek.
sılağ (sıılağ): 1.Saygı, hürmet. 2.Mükâfat, ödül.
sın I (sıın): Kontrol, gözden geçirme, dikkat etme.
s. et-: 1.Kontrol etmek, gözden geçirmek. 2.Dikkat etmek. 3.Dikkatle bakmak, süzmek.
sın II (sıın): Etek.
sın- (sıın-): Kırılmak, parçalanmak.
sına (sıına): 1.Sine. 2.Beden, vücut, endam. 3.Organ, uzuv.
sına- (sıına-): Denemek, sınamak.
sınağ (sıınağ): 1.Deney, tecrübe, deneme. 2.İmtihan, sınav.
sındır- (sıındır-): Kırmak, parçalamak.
sınla- (sıınla-): 1.Gözlemek, izlemek. 2.İncelemek, gözden geçirmek, kontrol etmek. 3.Dikkat etmek.
sıp-: Kurtulmak, kaçmak.
sıpa- (sııpa-): Sıvazlamak, okşamak.
sıpal: Saman, sap.
sıpala- (sııpala-): Sıvazlamak, okşamak.
sıpat: 1.Şekil, biçim, görünüş. 2.Huy, tabiat, karakter.
sıpayı
(sıpaayı): Edepli, ağırbaşlı, kibar.
sıpdır-: 1.Elinden kaçırmak.
2.Bir sırrı açıklamak, ifşa etmek. 3.Azat etmek, serbest bırakmak.
sır: Sır, muamma.
sır- (sıır-): 1.Sıyırmak, silmek, süpürmek (bir şeyin yüzünü). 2.Kazımak (sakal vb.). 3.Bıçak, kılıç gibi şeyleri kabından/kınından çıkarmak. 4.Dolaşıp durmak, gezinmek.
sırat (sıırat): Suret, şekil, dış görünüş, boy bos, kılık kıyafet.
sırça: Cama benzeyen soğuk ve saydam cilâ; emay.
sırdam (sıırdam): 1.Uzun, dik. 2.Uzun boylu.
sırdaş: Sırdaş.
sırık (sıırık): Sırık.
sırıl- (sıırıl-): 1.Bir şeyin örtüsü açılmak. 2.Kazınmak (saç, sakal vb.). 3.Sıyrılmak, sıyrılıp düşmek.
sırlı: Sırlı, esrarengiz.
sıyahatçı
(sıyaahatçı): Seyyah, gezgin.
sıyasat (sıyaasat): Siyaset.
sıyasatçı (sıyaasatçı): Siyasetçi, politikacı.
sil (siil): Sel, tufan.
silkele-: Silkelemek.
silkin-: Silkinmek.
simap (siimaap): Cıva.
sinonimdeş: Eş anlamlı, anlamdaş.
siñ-: 1.Sinmek, içine iyice işlemek, nüfuz etmek. 2.Sinmek, saklanmak, gizlenmek.
siñdir-: Sindirmek, içine iyice işlemesini sağlamak.
siñe: Dikkatle, ilgiyle.
siñek: Sinek.
siñe seret-: Dikkatle bakmak, gözden geçirmek, incelemek.
siz: Siz.
soca- (sooca-): 1.Yorulmak, nefes nefese kalmak. 2.Hızlı hızlı nefes almak/solumak.
sok-:
Sokmak.
sol (sool): Sol.
sol-: Solmak.
soldat: Asker, nefer.
soltan (soltaan): Sultan.
sona: Yaban ördeği, suna.
sonar: Geniş otlak, çimen, çayır, çayırlık.
soñ: 1.Sonra. 2.Son. 3.Bir işin arkası/devamı.
soñabaka: Sonunda, nihayet, en sonunda.
soñkı: 1.Sonraki. 2.Son, en son.
soñra: Sonra, bilâhere.
sor- (soor-): 1.İçine çekmek, içmek. 2.Emmek.
sora- (soora-): Sormak.
sorağ (soorağ): 1.Soru, sual. 2.Sorgulama, soruşturma.
s. et-: Soruşturmak, sorgulamak.
sorağla- (soorağla-): Sorgulamak, soruşturmak, araştırıp soruşturmak.
sov-: 1.Karşılamak. 2.Yüzünü dönmek, yüz çevirmek. 3.Çevirmek, döndürmek, yönünü değiştirmek.
sova:
1.Tam üstünden değil de yanından. 2.Biraz uzak, sapa.
sova-: Soğumak.
soval (sovaal): 1.Soru, sual. 2.Mesele, problem.
soval ber- (sovaal ber-): Soru sormak, sormak.
sovat-: Soğutmak.
sovatlı: Aydın, münevver, bilgili.
sovatsız: Okuma yazma bilmeyen, cahil.
sovdep: Meclis.
sovet: 1.Meclis. 2.Kurul, konsey, şura.
sovğat: Hediye, armağan, hatıra.
sovhoz: Sovhoz, devlet üretme çiftliği.
sovuk: Soğuk.
sovul-: 1.Olup geçmek/bitmek (iş, olay vb.). 2.Başka tarafa dönmek, yolunu değiştirmek, dolanıp geçmek/gelmek, dönüp gelmek. 3.Defolmak. 4.Çekilmek, çekilip gitmek.
sovur-: 1.Savurmak, savurup temizlemek. 2.Savurmak, gereksiz yere harcamak.
soy-: 1.(Kabuğunu) soymak. 2.Kesmek (koyun, keçi vb.).
söğüş- (sööğüş-): 1.Karşılıklı olarak birbirine kötü söz söylemek, küfürleşmek.
2.Karşılıklı olarak birbirine gönül kırıcı sözler söylemek.
söhbet: Sohbet, konuşma, hasbıhâl.
s. et-: Sohbet etmek.
sök-: 1.Sökmek. 2.Birçok yeri dolaşmak, bir şey aramak maksadıyla çok yol yürümek.
sön-: Sönmek.
söv-: Sevmek.
sövda (sövdaa): Ticaret, alış veriş.
söver: Sevgili.
söveş: Savaş, mücadele.
s. et-: Savaşmak.
söveş-: Savaşmak, mücadele etmek.
söy-: Sevmek.
söyği: Sevgi, aşk, sevda.
söyğüli: Sevgili, yâr, yavuklu.
söyle-: Söylemek, demek.
söz: 1.Söz. 2.Kelime.
sözen: Kumda yetişen dik gövdeli, iğne yapraklı bodur bir ağaç.
söz gat-: Birine bir şey diyerek söze başlamak, konuşmak, sohbet etmek.
sözle-: Konuşmak, bahsetmek.
sözlük: Sözlük.
stakan: Bardak.
stadion: Stat.
stil:
Yöntem, tarz, usul, stil, üslûp.
stol: Masa.
student: Öğrenci, talebe (daha çok fakülte ve yüksek okullarda okuyanlar için kullanılır).
stul: Sandalye.
sudur: 1.Slûet, şekil, görüntü, karaltı, gölge. 2.Boy, endam. 3.İz, eser.
sulfat: Sülfirik asidin tuzu veya esteri; sülfat.
sumka: Çanta.
sunğat: Sanat.
supra: Sofra.
surat (suurat): 1.Fotograf, resim, tablo. 2.Şekil, görünüş, slûet.
surnuk-: Çok yorulmak, takatı kaçmak.
sussupeslik (<
sustupeslik): Keyifsizlik, neşesizlik, moral bozukluğu.
sust: Keyifsiz, huzursuz, içine kapalı, durgun.
suv: Su.
suvlı: 1.Sulak. 2.Sulu.
sülğün: Sülün.
süller-: Susuzluk veya sıcaktan kurumak (bitki için).
sülmüre-: Başını öne eğip fazla konuşmadan oturmak, süzülmek.
sülmüreş-: Hep birlikte baş eğip konuşmadan oturmak, süzülmek.
süñk: Kemik.
süpür-: 1.Süpürmek. 2.Silmek.
sür-: 1.Götürmek, kımıldatmak, hareket ettirmek, yürütmek, sürmek. 2.(Çift) sürmek.
süri: Sürü.
sürün-: 1.Hareket etmek, ilerlemek, sürünmek. 2.Saldırmak, çarpmak, vurmak.
sütem: Baskı, zulüm, eziyet.
süyci: Tatlı, lezzetli.
süyn-: 1.Uzanmak. 2.Hızlıca geçip gitmek, uçmak. 3.Çakmak (şimşek).
süyre-: Sürümek, sürüklemek.
süyren-: Sürünmek, sürünerek yürümek.
süyş-: Yavaşça hareket etmek, kımıldanmak.
süyt: Süt.
süytçi: Sütçü.
süyüm: Lif, tel, iplik.
süz-: Süzmek.
-Ş-
şa (şaa): 1.Şah. 2.Çar.
şabaz (şaabaaz): Kahraman, yiğit.
şabram: Dökülmüş, saçılmış (saç, yaprak vb.).
şadıyan (şaadıyaan): Şen şakrak, mutlu.
şağal: Çakal.
şaha: Dal, budak.
şahalak: Çok dalı, dallı budaklı
(ağaç).
şahır (şaahıır): Şair.
şahs:
Şahıs, kişi.
şalı
(şaalı): Pirinç.
şan (şaan): Şan, şöhret.
şapak: Şafak, tan kızıllığı, fecir.
şarpık: Sille, tokat, dayak.
şat (şaat): Şen, neşeli, mutlu, şat.
ş. bol-: Şad olmak, mutlu olmak, sevinmek.
şatı: Gazap, öfke, hiddet, kızgınlık.
şatlan- (şaatlan-): Şad olmak, mutlu olmak, sevinmek.
şatlık (şaatlık): Sevinç, mutluluk.
şatlıklı (şaatlıklı): Mutlu, sevinçli, memnun.
şay: 1.Süs, ziynet. 2.Hazırlık, tertibat.
şayat (şaayaat): Şahit.
ş. bol-: Şahit olmak, görmek.
şaylan-: 1.Güzel elbise giyinmek, süslenmek, ziynet eşyası takınmak. 2.Süslenmek, bezenmek. 3.Yol hazırlığı görmek, hazırlanmak.
şay-sep: 1.Ziynet. 2.Çeyiz.
şäğirt (şääğirt): 1.Talebe, öğrenci. 2.Kalfa, çırak.
şäher: Şehir.
şärik (şäärik): Ortak, iş ortağı.
ş. bol-: Ortak olmak, katılmak.
şekil: Şekil, biçim, görünüş.
şekilli: Gibi.
şelpe: Türkmen kadınlarının kullandıkları bazı ziynet eşyalarının alt kısmına halkalarla takılan süsler (Bazı şairler zaman zaman ağaç yapraklarını da bu isimle anmaktadırlar).
şem: Mum.
şemal (şemaal): Rüzgâr, yel.
şenbe: Cumartesi.
şepağat (şepaağat): Merhamet, esirgeme, koruma.
şepe: Dost, ahbap, arkadaş.
şer:
1.Şer, kötülük. 2.Kavga, çekişme, niza. 3.Savaş, cenk.
şeriğat (şeriiğat): İslâm dinine ait kurallar bütünü; şeriat.
şert: 1.Şart. 2.Vaat, ahit, verilen söz. 3.Karar, anlaşma, sözleşme.
ş. et-: Karar vermek, karara bağlamak, kararlaştırmak.
şetdalı
(şetdaalı): Şeftali.
şey: bk. şeyle.
şeyda (şeydaa): Şeyda, aşktan çılgına dönmüş, mecnun.
şeyle: Şöyle, böyle, öyle, onun gibi.
şeylelikde: Böylece, sonunda, böylelikle.
şeyt-: Şöyle/böyle yapmak, bu şekilde yapmak.
şıbık: Nargile, çubuk.
şıbırda-: Şıpırdamak.
şığır: Şiir.
şığıryet: Şiiriyet, şiirsellik.
şindi: Şimdi, bu gün, hâlen, daha.
şindiz (şindiiz): bk. şindi.
şir (şiir): Arslan.
şire (şiire): Özsu, usare, şıra.
şirin: Şirin, tatlı, hoş, güzel.
ş.m.:
vb.
şo: O, bu, şu.
şol: 1.O, bu, şu. 2.İşte.
şolar: Onlar.
şol arada (şol aarada): O sırada.
şol sebäpli (şol sebääpli): O yüzden, bu sebeple, onun için.
şonça: O kadar.
şonda: 1.O sırada, o anda. 2.Onda. 3.Orada.
şondan: 1.Ondan. 2.O zamandan, o günden.
şor (şoor): 1.Tuz. 2.Tuzlu, çorak.
şorta söz: Nükte, espri.
şova: Dar görüşlü/düşünceli.
şovhun: 1.Gürültü. 2.Coşkunluk, coşku.
şo yer: Şura.
şöhle: Işık, şûle.
şöhrat (şöhraat): Şöhret, nam, ün.
şu (şuu): 1.Şu. 2.Bu.
şular: Şunlar.
şullı: Ağrılı ve akıntılı (göz).
şum: 1.Kötü. 2.Uğursuz, şom.
şumluk: 1.Tatsızlık, üzüntü. 2.Talihsizlik.
şunça: O kadar, o derece.
şunlukda: Bununla birlikte, böylelikle.
şu yer (şuu yer): Şura.
şübhe: Şüphe, kuşku.
şübhesiz: Şüphesiz, kuşkusuz.
şükür: Şükür.
ş. et-: Şükretmek, hamd etmek.
-T-
tabak (taabak): Tabak, çanak.
tabın (taabıın): Tâbi.
t. bol-: Tâbi olmak, bağlanmak, birinin kontrolü altına girmek.
t. et-: Zorlamak, zora koşmak.
tabıt (taabıt): Tabut.
tabşır-: 1.Vermek, devretmek. 2.Nasihat etmek, öğüt vermek. 3.Tavsiye etmek, tavsiyede bulunmak.
tağam: Lezzet, tat.
tağlımat (tağlıımaat): Talimat, yönerge.
tağma: 1.Damga. 2.İz, belirti.
tağt: Taht.
tağta: Tahta, ahşap.
tağzım (tağzıım):
t. et-: Selâm vermek, selâmlamak.
takal: Manasız, boş, yersiz (söz).
takat (taakat): 1.Sabır, tahammül. 2.Derman, güç, takat.
t. et-: Sabretmek, dayanmak, tahammül etmek.
tal: Söğüt.
talañ (taalañ): Yağma, talan.
talañçı (taalañçı): Yağmacı, talancı.
tam (taam): Ev, mesken, dam.
tama (tamaa): Ümit.
t. et-: Ümit etmek, ummak, beklemek.
tamakin (tamaakiin): 1.Ümitli, ümit eden. 2.Heves eden, hevesli.
tamdır: 1.Tandır. 2.Fırın.
tana-: 1.Bilmek, haberdar olmak. 2.Tanımak.
tanal-: 1.Bilinmek. 2.Tanınmak.
tanat-: Tanıtmak, takdim etmek, tanıştırmak.
tanığ: Şahit, tanık.
tanış: Tanıdık, bildik, tanış, aşina.
t. et-: Tanıştırmak.
tanış-: Tanışmak.
tanış-biliş: Tanıdık, bildik.
Tañrı: Allah, Tanrı.
tap (taap): 1.Hâl, durum. 2.Güç, kuvvet.
tap-: Bulmak.
tapavut (tapaavut): Fark, ayırım.
tapavutlan- (tapaavutlan-): Farkedilmek,
ayrılmak, dikkati çekmek.
tapavutlı (tapaavutlı): Farklı, özgün, ilgi çekici.
tapıl-: Bulunmak.
tapış-: 1.Kavuşmak. 2.Buluşmak, görüşmek.
tapla- (taapla-): 1.Su vermek (çelik). 2.Dayanıklı kılmak, çelikleştirmek. 3.Dayanıklılığı artmak, daha dayanıklı olmak, çelikleşmek.
tar (taar): 1.Tel, kiriş. 2.Kıl, tüy, saç teli.
tarap I: Taraf, yan.
tarap II: -a/-e doğru.
taraz (taraaz): Irmak veya kanalın suyunun bölündüğü yer, su bölünme yeri.
tarıh (taarııh): Tarih.
tarıhı (taarııhı): Tarihî.
tarıp (taarııp): Övgü, medih.
t. et-: Övmek, methetmek.
tarıpla- (taarııpla-): Övmek, methetmek.
tart-: 1.Çekmek. 2.Bir şeyi germek.
tas:
Az kalsın, neredeyse.
taşla-: 1.Atmak, fırlatmak. 2.Bırakmak, terketmek.
Tatar: Tatar.
tavuş: Ses.
tay I (taay): Denk, benzer, bedel, eş, çift olan şeylerin her biri.
tay II (taay): Taraf, yan, civar.
tay- (taay-): Kaymak.
tayak: 1.Değnek, sopa. 2.Asa, baston.
tayın (taayın): Hazır.
taypa (taaypa): Aşiret, kabile, oymak.
tayyar
(tayyaar): Hazır.
tayyarlan- (tayyaarlan-): Hazırlanmak.
tayyarlanıl- (tayyaarlanıl-): Hazırlanılmak.
tayyarlık (tayyaarlık): Hazırlık.
tä (tää): Tâ.
Täcik: Tacik.
täç (tääç): Taç.
tämiz (täämiiz): Temiz.
tär (täär): Usul, metot, yöntem, yol.
täsin (tääsiin): 1.Harika, şahane. 2.Muhteşem, görkemli. 3.Garip, tuhaf, şaşırtıcı.
täsir (tääsiir): Tesir, etki.
t. et-: Tesir etmek, etkilemek.
täsirli (tääsiirli): Tesirli, etkili.
täze (tääze): 1.Taze. 2.Yeni.
täzelen- (tääzelen-): Tazelenmek.
tebiğat (tebiiğat): Tabiat.
tebiğı
(tebiiğı): Tabiî, doğal.
tebsire-: Susamak, susuzluktan dudağı kurumak.
teğelek: Yuvarlak, değirmi, toparlak.
tekce: Kap kacak koymak için duvarın yüzüne oyularak yapılan seki; raf, dolap.
Teke:
Bir Türkmen oymağı.
teke: Teke.
teklip (tekliip): Teklif, öneri.
telbe: Deli, çılgın.
telefon: Telefon.
t. et-: Telefon etmek.
telefon avtomat: Otomatik telefon makinesi.
telegramma: Telgraf.
telim: 1.Birkaç. 2.Defalarca, tekrar tekrar, çok.
telpek: Kalpak.
ten: Vücut, gövde, ten.
ter: Taze.
ters:
1.Yanlış, uygunsuz. 2.Karşı, zıt. 3.Geçimsiz, uyumsuz, aksi.
tersine: Tersine, aksine.
tertip-düzğün
(tertiip-düzğün): 1.Kural, kaide. 2.Düzen, tertip,
nizam.
tes-: Çekilmek, gerilemek.
teselli: Teselli, avunma.
teşne: Susuz.
tığ
(tıığ): Kılıç, bıçak vb. şeylerin uzayıp giden keskin ucu.
tılla (tıllaa): Altın.
tımsal (tımsaal): Sembol, simge, örnek, timsal.
tiğir: Tekerlek, teker.
tik-:
Dikmek.
tikin: Dikiş.
til: Dil.
tilki: Tilki.
tilsim: Sır, giz.
tip:
Tip, biçim.
tire (tiire): Aşiret, kabile, oymak.
tiredeş (tiiredeş): Aynı kabileden olan.
tisğin-: İrkilmek, silkinmek, titremek.
tisğindir-: İrkiltmek, irkilmesine sebep olmak.
tiz (tiiz): Tez, çabuk, hızlı.
toba (tooba): Tövbe, pişmanlık.
t. eyle-: Tövbe etmek.
toğdarı: Büyük toy kuşu.
tohum: Tohum.
tokay: Orman.
tokga: Topak.
tolğun-: Heyecanlanmak.
tolğundırıcı: Heyecanlandırıcı.
tolkun: Dalga.
tolkun at-: Dalgalanmak.
tomus: Yaz.
top: Top (silâh).
topar: 1.Grup, kısım. 2.Yığın, küme.
topla-: Derlemek, toplamak.
toprak: Toprak, yer.
topuk: Topuk.
topul-: Atılmak, hücum etmek.
tor I: Ağ (balık için).
tor II: File.
toraññı: Sepetçi söğüdü.
torğay: Çayır kuşu, toygar.
tovla-: Bükmek, kıvratmak, burmak, çevirmek, döndürmek.
tovuk: Tavuk.
tovus-: Atlamak, sıçramak, hoplamak.
toy: Düğün, toy, şenlik, şölen, ziyafet.
t. et-: Düğün etmek.
toz (tooz): Toz.
töhmet: İftira, töhmet.
tör (töör): (Evde) baş köşe.
töre: Saygın kişi.
tötänden (tötäänden): Rastlantı sonucu, tesadüfen.
tötänlik (tötäänlik): Rastlantı, tesadüf.
töverek: 1.Civar, çevre, etraf. 2.Ortalık.
traktor: Traktör.
tribuna: 1.Kürsü. 2.Tribün.
trolleybus: Troleybüs.
tsitata: Alıntı, iktibas.
tukat (tukaat): Kaygılı, gamlı, keyifsiz, üzgün.
tumşuk: 1.Hayvanların ağız ve burun kısmı. 2.Yüz (insan için).
tupan (tupaan): Kasırga, tipi.
tur-: Kalkmak.
tut (tuut): Dut.
tut-: 1.Tutmak, kavramak. 2.Tutmak, yakalamak. 3.Kaplamak, örtmek, bürümek. 4.Çevirmek, yönünü değiştirmek. 5.Tutmak, kiralamak. 6.Kurmak, yapmak, inşa etmek. 7.Asmak, germek.
tutaş-: Tutuşmak, ateş almak, yanmak.
tutdur-: 1.Tutturmak, kavratmak. 2.Tutturmak, yakalatmak. 3.Tutuklatmak, hapsettirmek. 4.Bir tarafa doğru hızlıca gitmek. 5.Tutturmak, yapıştırmak.
tutul-: 1.Tutulmak, kavranmak. 2.Tutulmak, yakalanmak. 3.Örtülmek, kaplanmak. 4.Tutulmak, kiralanmak. 6.Kurulmak, yapılmak, inşa edilmek. 7.Sulanmak, su verilmek. 8.Yöneltilmek, doğrultulmak.
tutun-: Kendisi için bir şey edinmek.
tutuş: Tam, tamam, bütün.
tümmek: Tümsek.
tüpeñ: Tüfek.
türkana (türkaana): Basit, yalın, sade, saf.
Türkmen: Türkmen.
türme: Ceza evi, hapishane.
tüsse: Siyah duman, duman.
tüvdür-: Birini veya bir şeyi hızla yuvarlayıp bırakıvermek.
tüveley: Kasırga.
tüynük: 1.Çadırda kullanılan uzun ve ince ağaçların tepede birleştiği yuvarlak
kısım. 2.Ev.
tüys: 1.Hakikî, gerçek, asıl. 2.Tıpatıp, aynı, tıpkı, tam.
-U-
uç (uuç): Uç.
uç-: Uçmak.
uçğun: Kıvılcım.
uçra-: 1.Rastlamak, karşılaşmak. 2.Uğramak, maruz kalmak.
uçur-: Uçurmak.
uçursız: Çok, pek çok, çok çok, haddinden fazla.
uğra-: Gitmek, yollanmak, yola çıkmak/düşmek.
uğradıl-: Gönderilmek, yollanmak.
uğrunda: Hakkında, için.
uğur: 1.Mecra, yatak, rota, yol. 2.Yön, cihet, istikâmet. 3.Zaman, vakit, an.
uka bat- (uukaa bat-): Uykuya dalmak.
ukı (uukı): Uyku.
ukıp (ukııp): Kabiliyet, yetenek.
ukıplı (ukııplı): Kabiliyetli, yetenekli.
ukıpsız (ukııpsız): Kabiliyetsiz, yeteneksiz.
ukla- (uukla-): Uyumak.
ulal-: Büyümek, gelişmek.
ulan-: Kullanmak, faydalanmak.
ulanıl-: Kullanılmak, faydalanılmak.
ulı: Ulu, büyük.
ullakan
(ullakaan): 1.Büyük, iri. 2.Oldukça iri, çok büyük.
3.Önemli, faydalı.
ultimatum: Ültimatom.
ulumsılık: Kendini beğenmişlik, kibirlilik.
umıt (umııt): Ümit, umut.
u. et-: Ümit etmek, ummak, ümitlenmek.
umıtlı (umııtlı): Umutlu.
umman (ummaan): Büyük deniz.
umuman (umuuman): Umumiyetle, genellikle.
umumı (umuumı): Genel, umumî.
un (uun): Un.
una- (uuna-): Onaylamak, tasdik etmek.
unut-: Unutmak.
ur-: 1.Vurmak, çarpmak. 2.(Kurşun) atmak, vurmak. 3.Kendini bir şeyin içine atmak, hızla girip gitmek, dalmak.
ura:
Hurra!
ura-ura: Vura vura.
urşucı: Savaşçı, dövüşçü.
uruğ: Uruk, soy, sülâle.
urun-: Çırpınmak.
uruş: 1.Savaş. 2.Kavga, döğüş. 3.Çarpma, çarpış, vurma, vuruş.
uruş-: 1.Savaşmak. 2.Kavga etmek, dövüşmek.
ussa: Usta.
ussat (ussaat): 1.Usta, mahir. 2.Üstat.
usul (usuul): Metot, usul, yöntem, tarz, yol.
usul bilen (usuul bilen): Yavaşça, sessizce, sessiz bir şekilde.
uşak: Ufak, küçük.
ut-: 1.Kazanmak. 2.Yenmek. 3.Çıkarmak, atmak, gidermek (yorgunluk).
utan-: Utanmak, çekinmek, sıkılmak.
utğaşdır-: 1.Birleştirmek, bağlamak. 2.Denkleştirmek.
utğaşdırıl-: 1.Birleştirilmek, bağlanmak. 2.Denkleştirilmek.
uvla-: Ulumak.
uy-: 1.Uymak. 2.İnanmak.
uya: Kız kardeş.
uyal-: Utanmak.
uyğun: Uygun.
uza-: Uzamak.
uzak: 1.Uzak, ırak. 2.Uzun.
uzal-: 1.Uzamak. 2.Uzun sürmek, uzun müddet devam etmek.
uzat-: 1.Uzatmak. 2.Süresini uzatmak.
3.Uğurlamak. 4.Yollamak, göndermek.
uzın (uzıın): Uzun.
uzınlık (uzıınlık): Uzunluk.
-Ü-
üç: Üç.
üçin (üçiin): İçin, dolayı, ötürü, yüzden, yüzünden.
üçünciden: Üçüncü olarak.
ülce: Vişne.
ülke: Yurt, ülke.
üm alış-: İşaretleşmek, jest ve mimiklerle anlaşmak.
ümle-: İşaret etmek.
ümsüm: Sessiz sedasız, suskun, durgun.
ümsümlik: Sükût, sessizlik.
ümür: Sis, duman, pus.
ünci: 1.Kaygı, tasa, keder. 2.Endişe.
üns: 1.Dikkat. 2.İlgi, alâka.
üpcün: Yeterli, gerektiği kadar var
olan.
ürk-:
Ürkmek, korkmak.
üst: Üst.
üstesine: 1.Üstelik. 2.Bir şeyi başka bir şeyle değişirken fazladan verilen;
üste.
üstünlik: Üstünlük, gâlibiyet, başarı.
üşe-: Üşümek.
üşüt-: Titremek.
üvre-: Sallamak.
üyş-: Toplanmak, yığılmak.
üyşür-: Toplamak, yığmak.
üyşüş-: Üşüşmek, toplanmak, birikmek.
üytğe-: Değişmek, başkalaşmak.
üytğeşiklik: Değişiklik.
üz-: 1.Yolmak, koparmak. 2.Yırtmak. 3.Kesmek.
üzül-: 1.Kopmak. 2.Kesilmek.
üzüm: Üzüm.
-V-
vada (vaada): Vaat, verilen söz, taahhüt.
vada ber- (vaada ber-): Söz vermek.
vagon: Vagon.
vağşı: 1.Vahşi, yırtıcı. 2.Vahşî, zalim, vicdansız.
vağt: Vakit, zaman, an.
vağtal-vağtal: Zaman zaman, arada sırada,
bazen.
vağtlap (vağtlaap): ... vakitten/zamandan beri.
vağtlayın: 1.Geçici olarak. 2.Geçici.
vah: Vah, ah!
vaka (vaakaa): Vak'a, olay, hadise.
valla: Vallahi.
vasp: 1.Tasvir, anlatım. 2.Övgü, medih.
v. et-: 1.Anlatmak, tasvir etmek. 2.Övmek, methetmek.
vatan: Vatan, yurt.
ve:
Ve.
vekil (vekiil): 1.Delege. 2.Temsilci.
velayat (velaayat): 1.Vilâyet. 2.Eyalet.
veli (velii): Veli, ermiş.
veli: Fakat, ama, lâkin, ancak, yalnız.
velin (veliin): bk. veli.
vepa (vepaa): Vefa.
vepalı (vepaalı): 1.Vefalı, vefakâr, sadık. 2.Faydalı, hayırlı, iyi.
vepat (vepaat): Vefat, ölüm.
v. bol-: Vefat etmek, ölmek.
vesyet: 1.Nasihat, öğüt. 2.Vasiyet.
vey: Vay!
veyran (veyraan): Viran, yıkık, harap.
v. bol-: Yıkılmak, harap olmak, mahvolmak.
v. et-: Yıkmak, harap etmek, mahvetmek.
v. eyle-: Yıkmak, harap etmek, mahvetmek.
vezir (veziir): Vezir.
vıjdan (vıjdaan): Vicdan, insaf.
vışka: Kule.
-Y-
ya (yaa): 1.Ya, veya, yahut. 2.Yoksa.
ya da (yaa daa): 1.Ya da. 2.Yoksa.
yada- (yaada-): 1.Yorulmak. 2.Usanmak, bıkmak.
yada düş- (yaada düş-): Hatırlanmak.
yada sal- (yaada sal-): Hatırlamak.
yadav (yaadav): Yorgun, bitkin.
yadavlık (yaadavlık): Yorgunluk, bitkinlik.
yadığär (yaadığäär): bk. yadığärlik.
yadığärlik (yaadığäärlik): Yadigâr, anı, hatıra.
yağ-: Yağmak.
yağday: 1.Durum, hâl, vaziyet. 2.Takat, güç, mecal, derman.
yağdır-: Yağdırmak.
yağı: Düşman, hasım.
yağır: Yağır.
yağış: Yağmur, yağış.
yağlık (yaağlık): 1.Şal. 2.Baş örtüsü.
yağmır: 1.Yağmur. 2.Yağış.
yağnı: Yani.
yağşı: 1.İyi, güzel. 2.İyi kalpli.
yağşılık: İyilik, güzellik.
y. et-: İyilik etmek, iyilikte bulunmak.
yağtı: 1.Işık. 2.Parlak, aydınlık.
yağtıl-: Açılmak, aydınlanmak.
yağtılık: 1.Işık. 2.Neşe, sevinç, coşku. 3.Özgürlük.
yak- I: 1.Yakmak (ateş). 2.Yakmak (lâmba vb.). 3.Bir şeyin ısısı/acısı güçlü tesir etmek. 4.İncitmek, ağrıtmak.
yak- II: Su vermek/içirmek, suya kandırmak.
yak- III: Beğenmek, hoşuna gitmek.
yaka: 1.Kıyı, kenar. 2.Yaka.
yakımlı: Hoş, tatlı, sevimli.
yakımsız: Sevimsiz.
yakın (yakıın): Yakın.
yakut (yaakuut): Mavi veya yeşil renkli
kıymetli taş; yakut.
yalak
(yaalak): bk.
yalı.
yalak: Köpeğe yal veya su verilen kap.
yalan: Yalan.
yalañaç: Çıplak.
yalbar-: Yalvarmak.
yaldıra-: Işıldamak, parıldamak, ışık saçmak.
yalı (yaalı): Gibi, kadar.
yalın: 1.Alev. 2.Ateş.
yalkım: Parıltı, ışık.
yalkım sal-: Işık saçmak, parıldamak.
yallan-: 1.Yallanmak, yiyecek verilmek (köpeğe). 2.Geçindirilmek, beslenmek.
yallaycı: 1.Yallayan, yiyecek veren (köpeğe). 2.Geçindiren, besleyen.
yalma-: 1.Verilenin hepsini yemek, silip süpürmek. 2.Silip süpürmek, ne var ne yoksa hepsini yok etmek.
yalñış: Yanlış, yanlışlık, hata.
yalñış-: Yanılmak, hata etmek.
yalñız (yalñıız): Yalnız, tek, bir.
yalpılda-: Işık saçmak, parıldamak.
yama-: Yamamak.
yaman: Kötü, fena.
yamanlık: Kötülük, fenalık.
yan (yaan): Yan, taraf.
yan-: 1.Yanmak, tutuşmak. 2.Yanmak, ışık vermek. 3.Güneşten yanmak (deri). 4.Eziyet/azap çekmek. 5.Üzülmek, tasalanmak, kaygılanmak.
yanaş- (yaanaş-): Yanaşmak, yaklaşmak.
yandak: Gövdesi dikenli, küçük ve kırmızı çiçekli bir bitki.
yandır-: Yakmak.
yanğınlı: Acılı, etkili, yanık.
yanyoldaş (yaanyoldaş): Karı kocadan her biri; eş.
yañ: Yankı, aksiseda.
yaña (yañaa): 1.Yana, tarafa. 2.Ötürü, yüzünden.
yañadan (yañadaan): Yeniden, tekrar.
yañadandan (yañadaandan): bk. yañadan.
yañak: Yanak.
yañı: 1.Yeni. 2.Yakında, yakın zamanda, yeni, az önce, demin.
yañıca: bk. yañı.
yañkı: Az önceki, deminki
yañlan-: Yankılanmak.
yañra-: Lüzumsuz konuşmak, boş konuşmak, gevezelik etmek.
yap (yaap): Ark, kanal, su yolu, dere yatağı.
yap-: 1.Örtmek, kapamak, kapatmak. 2.Giydirmek (elbise). 3.Durdurmak, önüne set çekmek. 4.(Tandıra ekmek) kapamak, çarpıp yapıştırmak.
yapı: Tepe, tepeye benzer yüksek yerlerin sırtı.
yapış-: Yapışmak, sıkıca tutmak.
yapışdır-: 1.Yapıştırmak, tutturmak. 2.Birçok şeyin hepsinin üstünü bir seferde
örtmek.
yaplan-: Dayanmak, yaslanmak.
yaprak: Yaprak.
yapyañı: Az önce, biraz önce, demin.
yar (yaar): Yâr, sevgili.
yar- (yaar-): 1.Dalamak. 2.Yarmak.
yara: Yara.
yara-: Yaramak, faydalı olmak, uygun gelmek, uymak.
yaradan: Yaratan, Allah.
yaradıl-: Yaratılmak.
yaradılış: Yaratılış.
yarağ: 1.Silâh. 2.Araç gereç, alet, cihaz.
yarağlan-: 1.Silâhlanmak. 2.Gerekli araç gereçlerle donanmak.
yaralı: Yaralı.
yaran (yaaraan): Yakın dost, yaran.
yarat-: Yaratmak.
yaraş- I: Yakışmak, uygun düşmek.
yaraş- II: Barışmak, uzlaşmak.
yaraşık I: Yaraşık, uygunluk, yaraşma.
yaraşık II: Barış, barışma.
yarçık (yaarçık): Yarık, çatlak.
yarı (yaarı): Yarı, yarım.
yarı gice (yaarı giice): Gece yarısı.
yarım (yaarım): Yarı, yarım.
yarış (yaarış): Yarış, müsabaka, yarışma, rekâbet.
y. et-: Yarış etmek, yarışmak.
yarış- (yaarış-): Yarışmak.
yas (yaas): Yas, matem.
yasa-: Yapmak, meydana getirmek.
yasal-: Yapılmak, meydana getirilmek.
yasan-: Bir şeyi kendisi için yapmak.
yası: 1.Yassı, yayvan. 2.Semiz, tombul.
yassan-: Dayanmak, yaslanmak.
yassık: Yastık.
yaş I (yaaş): Yaş; yaşanan ömür müddeti.
yaş II (yaaş): Yaş; göz yaşı.
yaş III (yaaş): 1.Genç. 2.Yeni.
yaş-: (Güneş) batmak.
yaşa- (yaaşa-): Yaşamak, ömür sürmek.
yaşayış (yaaşayış): Hayat, yaşayış.
yaşıl (yaaşıl): Yeşil.
yaşılbaş
(yaaşılbaş): Ördekgillerden, tüyleri mavi, beyaz,
siyah, kahverengi -erkeğinin başı yeşil- renkli bir yaban ördeği;
yeşilbaş.
yaşır-: Gizlemek, saklamak.
yaşlık (yaaşlık): Gençlik, delikanlılık.
yaşulı (yaaşulı): 1.Yaşlı, ihtiyar. 2.Sözü dinlenen ve kendisine hürmet edilen kimse.
yat I (yaat): 1.Zihin, hafıza. 2.Hatır.
y. et-: Anmak, hatırlamak.
yat II (yaat): Yabancı, yad, başkasına ait.
yat-: 1.Yatmak, uzanmak. 2.Durmak. 3.Kesilmek.
yatdan çık- (yaatdan çık-): Unutulmak, hatırdan çıkmak.
yatdan çıkar- (yaatdan çıkar-): Unutmak.
yatda sakla- (yaatda sakla-): Hatırda tutmak, unutmamak.
yatır (yatıır < yatyaar): 1.Yatıyor. 2.
(Yerde) duruyor. 3.Durur.
yatır-: 1.Durdurmak, sona erdirmek, bitirmek. 2.Yatıştırmak. 3.Yatırmak, uyutmak.
yatla- (yaatla-): Hatırlamak, anmak, yad etmek.
yatlama (yaatlama): 1.Hatıra, anı. 2.Anma, hatırlama.
yatlan- (yaatlan-): Hatırlanmak.
yatlanıl- (yaatlanıl-): Hatırlanılmak.
yatlat- (yaatlat-): Hatırlatmak.
yay- (yaay-): Dağıtmak, yaymak, saçmak.
yaydan-: 1.Acele etmemek, gecikmek, oyalanmak. 2.Tereddüt etmek, ikirciklenmek, çekinmek.
yayıl- (yaayıl-): Dağılmak, yayılmak, saçılmak.
yayka-: Sallamak.
yayla (yaayla): 1.Yayla. 2.Çayır, çayırlık.
yayla- (yaayla-): Yaylamak.
yaylağ (yaaylağ): Yayla.
yayna-: 1.Refah/bolluk içinde yaşamak. 2.Lezzet/tat almak, sefa sürmek, eğlenmek. 3.Yayılmak, uzamak, uzayıp gitmek.
yayra-: Yayılmak, dağılmak, saçılmak, yaygınlaşmak.
yayradıcı: Yayıcı, yayan, yaygın hâle getirici, yagın hâle getiren.
yayrat-: 1.Yaymak, dağıtmak, yaygınlaştırmak. 2.(Kök) salmak.
yaz (yaaz): Bahar.
yaz- (yaaz-): Açmak, belli etmek, bir şeyin gizliliğini ortadan kaldırmak.
yaz- I: Yazmak, kaydetmek.
yaz- II: Yazmak, sermek, döşemek, açmak.
yazğar- (yaazğar-): 1.Günahlı/suçlu saymak, suçlamak. 2.Ceza vermek, cezalandırmak.
yazık (yaazık): 1.Kabahat, suç. 2.Günah.
yazıl- I: Yazılmak, kaydedilmek.
yazıl- II: Yayılmak, serilmek.
yedi: Yedi.
yedi ölçäp bir kes- (yedi ölçääp bir kes-): Yedi ölçüp bir biçmek; bir konuda çok ayrıntılı düşünmek, inceden inceye düşünmek.
yeğen: Yeğen.
yeğençi: Kız yeğen.
yeke: Bir, tek, yalnız, yalnız başına.
yekelik: Yalnızlık, tek olma.
yeke öz (yeke ööz): Yalnız kendi, kendi/tek başına.
yekesire-: Yalnızlık çekmek, kendisini yalnız hissetmek.
yekşenbe: Pazar (gün).
yel: Yel, rüzgâr.
yelek: Kuşların kanadında bulunan ve uçmaya yarayan kalın eksenli tüy;
telek.
yele sovur-: Yele vermek, boş yere harcamak, savurmak.
yelken: Yelken.
yelme-: Yapıştırmak, tutturmak.
yelmeş-: Yapışmak.
yelpe-: Yellemek, yelpazelemek.
yene: 1.Yeniden, tekrar. 2.Yine.
yeñ: Yen (elbise için).
yeñ-: Yenmek, mağlûp etmek.
yeñil: Kolay, sade, basit, hafif.
yeñil-: Yenilmek, mağlûp olmak.
yeñiş: 1.Gâlibiyet. 2.Zafer.
yeñle-: Azalmak, hafiflemek, ağırlığı gitmek.
yer: 1.Yer. 2.Yer yüzü, dünya. 3.Toprak.
y. et-: Yer etmek.
yer al-: 1.Yer almak. 2.Hesaba katılmak, kabul edilmek, dikkate alınmak.
yerden: Yersiz, sebepsiz, boş yere.
yerden yörän (yerden yörään): 1.Hepsi. 2.Büyük küçük herkes.
yeri: 1.Hadi, haydi! 2.Ha!
yer yüzi: Yer yüzü, dünya.
yeser: 1.Kurnaz, sinsi, her yere sokulabilen. 2.Sinsice, kurnazca. 3.Usta, mahir, becerikli. 4.Etkili, tesirli.
yet-: 1.Yetmek, kâfi gelmek. 2.Yetişmek, erişmek, ulaşmak, ermek.
yetğincek: Yeni yetme.
yetim (yetiim): Yetim.
yetip gel-: 1.Hücum etmek. 2.Yaklaşmak.
yetir-: 1.Ulaştırmak, eriştirmek, yetiştirmek. 2.Teslim etmek, götürmek.
yetiş-: Yetişmek, büyümek, olgunlaşmak.
yığ-: Yığmak, toplamak.
yığın: 1.Kalabalık, topluluk, güruh. 2.Ordu.
yığış-: Birlikte toplamak/yığmak, toplamakta/yığmakta yardımlaşmak.
yığna-: Yığmak, toplamak, bir araya getirmek.
yığnak: Toplantı.
yığnan-: Toplanmak, birikmek.
yığşır-: Saklamak, gizlemek.
yık-: 1.Yıkmak, yenmek, mağlûp etmek. 2.Yıkmak, devirmek. 3.Yıkmak (gönül).
yıkıl-: 1.Yıkılmak, devrilmek, düşmek. 3.Devrilmek, tahttan indirilmek.
yıl: Yıl, sene.
yılan (yılaan): Yılan.
yıldıra-: Işıldamak, parlamak, parıldamak.
yıldırım: Yıldırım, şimşek.
yıldız: Yıldız.
yılğın: Ilgın, ılgın ağacı.
yılğır-: Gülümsemek, tebessüm etmek.
yılğırış-: Sessizce gülüşmek, hep birlikte gülümsemek.
yılı: 1.Sıcak, ılık. 2.Sıcak, müşfik, şefkatli.
yılıt-: Isıtmak.
yıllap (yıllaap): ... yıldır/yıldan beri.
yıllık: Yıllık.
yılpılda-: Parıldamak, ışıldamak.
yiğdel-: Gençleşmek, gencelmek.
yiğit: 1.Genç, delikanlı. 2.Yiğit, kahraman, bahadır.
yiğren-: İğrenmek, tiksinmek.
yiğrenç: İğrenç, tiksindirici.
yiğrimi: Yirmi.
yit-: Yitmek, kaybolmak.
yiti: Keskin.
yitir-: Yitirmek, kaybetmek.
yod: İyot.
yoda (yooda): Patika, biraz dar yol, yolak, yolcuk.
yoğal- (yooğal-): 1.Yok olmak, kaybolmak, yitmek. 2.Ölmek.
yoğsa: Yoksa.
yoğsam: bk. yoğsa.
yok (yook): 1.Yok. 2.Hayır.
y. bol-: Yok olmak.
y. et-: Yok etmek.
yokarı: Yukarı, üst.
yol (yool): Yol.
yol-: Yolmak.
yol aç- (yool aç-): Çığır açmak, yol açmak.
yolağçı (yoolağçı): Yolcu.
yol al- (yool al-): 1.Yol almak. 2.Yoluna girmek.
yolbars: Kaplan.
yol ber- (yool ber-): 1.Yol vermek. 2.Öne sürmek.
yolboyı (yoolboyı): Yol boyu.
yoldaş: Arkadaş, yoldaş.
yolla- (yoolla-): Yollamak, göndermek.
yom:
Dua, hayır dua.
yomakçı: Nüktedan, nükteci.
Yomut: Bir Türkmen oymağının adı.
yoñ: Soğuk algınlığı, grip.
yorğan: Yorgan.
yov: 1.Düşman. 2.Savaş.
yovuz: 1.Ağır, güçlüklerle dolu, sıkıntılı. 2.Şiddetli, sert.
yovuz gün: Kötü/kara gün.
yöne (yööne): 1.Parasız, bedava. 2.Boşuna, gereksiz, lüzumsuz. 3.Ama, fakat, ancak, lâkin.
yönekey (yöönekey): 1.Basit, kolay, sade. 2.Alçak gönüllü.
yör
(yöör < yörer): Duruyor, durur.
yör-: Yürümek.
yöre-: Yürümek, hareket etmek.
yöredil-: 1.Çalıştırılmak, işletilmek. 2.Devam edilmek, kesintiye uğramadan
yapılmak.
yörelğe: 1.Gelenek, âdet, anane. 2.Yol, yöntem, metot.
yöret-: 1.(Fikir) yürütmek. 2.Çalıştırmak, işletmek.
yörğünli: Yaygın, çok bilinen (halk arasında).
yörite (yöriite): Özel, hususî.
yuğrul-: Yoğrulmak.
yuka (yuuka): 1.Yufka (yürek). 2.İnce.
yum-: Yummak.
yumruk: Yumruk.
yumuş: 1.İş, görev, ödev. 2.Ev ödevi.
yumuş oğlanı: Emir kulu.
yurt (yuurt): Yurt, memleket.
yuv-: Yıkamak.
yuva: Baharda yetişen ve yenilen acımsı bir ot.
yuvaş: Yavaş, hafif, sessiz.
yuvdun-: Yutkunmak.
yuvdunış-: Hep birlikte yutkunmak.
yuvul-: Yıkanmak, yıkanılmak.
yük: Yük.
yükle-: 1.Yüklemek, yük vurmak. 2.Yüklemek, yükümlülük altına sokmak, sorumlu tutmak.
yüklet: Yük hayvanı.
yüklet-: Yükletmek.
yüksek: Yüce, yüksek.
yüñ: Yün.
yüpek: İpek.
yüplük: İplik.
yürek: Yürek, kalp.
y. et-: Cesaret etmek.
yürekli: Cesur, yürekli.
yüvür-: Koşmak.
yüvürt-: Germek, çekmek.
yüz I: 1.Yüz. 2.Kat, huzur.
yüz II: Yüz (sayı).
yüz-: Yüzmek.
yüzlen-: Yönelmek.
yüzük: 1.Yüzük. 2.Halka.
-Z-
zal: Salon.
zalım (zaalım): Zalim.
zaman (zamaan): 1.Vakit, zaman. 2.Devir, çağ.
zamana (zamaana): Zamane, çağ, devir.
zant: Niyet, maksat, murat, amaç.
zar (zaar): 1.Şikâyet, sızlanma. 2.İnleme, inilti. 3.Sıkıntı, yoksulluk. 4.Muhtaç olma.
z. bol-: Muhtaç olmak, ihtiyaç duymak.
z. et-: 1.Muhtaç etmek. 2.İnlemek, sızlamak, feryat etmek.
zarba: Darbe, vuruş, saldırı, hücum.
zarın (zaarıın): 1.İniltili. 2.Acıklı, hazin. 3.İnleyerek.
zarınla- (zaarıınla-): Sızlanmak, ağlamak, dert yanmak.
zarınlık (zaarıınlık): Sızlanma, dert yanma.
zarp:
1.Güç, hız. 2.Darbe, çarpma, vurma.
zat (zaat): 1.Şey, nesne. 2.Eşya, varlık.
zayalan- (zaayalan-): 1.Boşa gitmek. 2.Yoldan çıkmak, bozulmak. 3.Bozulmak, tahrip olmak.
zäher: Zehir.
zäherle-: Zehirlemek.
zähmet: 1.Zahmet. 2.Emek. 3.İş, çalışma. 4.Azap, eziyet, cefa, işkence.
zehin (zehiin): 1.Kâbiliyet, yetenek, meleke. 2.Zekâ.
zehinli (zehiinli): 1.Kâbiliyetli, yetenekli. 2.Zeki.
zemin (zemiin): 1.Dünya, yer yüzü. 2.Toprak, yer.
zenan (zenaan): Kadın.
zer: Altın.
zerarlı (zeraarlı): İçin, ötürü, yüzünden.
zerur (zeruur): Gerekli, zarurî.
zeruriyet (zeruuriyet): Zaruriyet.
zeyren-: Sızlanmak, şikâyet etmek.
zınat (zıınat): Ziynet, süs, süs eşyası.
zıñ-: 1.Atmak, fırlatmak. 2.Sıçramak.
zıyanlı (zıyaanlı): Zararlı, zarar verici.
zıyat (zıyaat): Üstün.
zol (zool): Devamlı, sürekli, her zaman.
zolak (zoolak): 1.Şerit, çizgi, hat. 2.Bölge, mıntıka.
zoma- (zooma-): Yüklenmek, saldırmak, atılmak (bir şeyin üzerine).
zor (zoor): 1.Kuvvet, güç. 2.Kuvvetli, güçlü.
z. et-: Güçlük çıkarmak, sıkıntı vermek, zora koşmak.
zordan (zoordan): Güçlükle, zorla.
zorluk (zoorluk): 1.Zorbalık, cebir. 2.Güçlülük, kuvvetlilik.
zulmat (zulmaat): 1.Güç hayat şartlarının yaşandığı devir, karanlık devir.
2.Karanlık.
zulum: Zulüm.
zülp: Zülüf.