AVŞAR TÜRKMENLERİNDE KULLANILAN KELİMELER

…den ağrı        :

…e dek           :

-A-

aba : Anne, abla, yenge anlamlarına gelecek şekilde kullanılmaktadır.

ablak (surat) : Toplu, geniş ve yuvarlak.

Acas                : Haber

acer : Taze, yeni, kullanılmamış.

agga : Baba

ağ : ak, bakımlı, kutsal, düzenli, gösterişli.; a. don : İçeriye giyilen giysi.; a. yağlık : Boyuna takılan ipek mendil.

ağa : Baba. Zengin, malını fakire dağıtabilen.

ağaçdan at : Salaca, tabut.

ağal : Ahır, ağıl.

ağca : Akça, beyaza çalan renkte.

ağelmiş : Eğilmiş.

ağer : Eğer, şayet, yoksa.

ağirtmen : Eğitmen.

ağler : Eğlendirir, avutur.(eğlendirir)

Ağmak             :

ağna : Anla.

ağrince : Kırağı, soğuk.

âğrişme : Toplanılarak çıkılıp yapılan iş ve eğlence.

ağşam : akşam

Ağu                 : Zehir

ahıcı : Akacak.

akşamın çal gaşığında : Karanlığın kendini gösterdiği anı ifade eden bir tamlama.

al : 1. Kırmızı. 2. Kırmızı renkli at veya at donu (rengi).

ala beşikli : Küçük çocuklu, beşikte çocuğu olan.

Alayı                : Hepsi, tamamı, diğerleri

alık : Almış.

allım : Alırım, alayım.

Alma                :

Almancı : Almaya'ya çalışmaya gidenler için kullanılılır.

alvardı : Kafiye kelimesi.

amanat : Emanet.

anas'sossa : Annesi olsa.

Anca                :

anıyıñ : Anneyin.

annı yere başı güne : Alnı toprağa, başı güneşe.

annından : Alnından

an'olamam : Anne olamam.

arada gal- :Sahipsiz ve kimsesiz kal-.

ardındağa : Ardındaki

are gitmek : boşa gitmek, telef olmak

Ark                  :

Artık                : bundan sonra, bir daha

Arzuman          :

asbab : Elbise, giysi.

asiği : Eksiği, noksanı.

assıñ: Alsın

aşat : Fazla, büyük.

aşdıyıdım : Açmış idim

aşerme : Hamile kadınların bir yiyeceği canı çekmesi, istemesi. Hamile kadınlarda ceninin başının tüylenmesi.

aşıh : Aşık kemiğiyle oynana bir tür oyun.

aşıt : Uzak, gözün göremediği yer.

aşşıh : Aşık.

atlas: Değerli kumaş. Yorgana çekilen kumaş.

ayaklı : Kadınların başlarına taktıkları 5-6 parçalı altın süs.

ayar gezme : 1. Vahşice gezme, sağa sola saldıracak gibi gezme. 2. Düzgün tertipli gezme.

Ayrıksı : yabancı gibi durmak, toplum içine karışmamak

Yüzünü azdırmak : Kızdığını belirtmek, azgın surat.

Azdırmak : Kaybolmasını sağlamak, kaybetmek

azer : Anzer yaylası balı.

azzık : Yemek, yiyecek.

-B-

bâ (bâe, bağ) : bey.

Babal               : vebal

babeyiñ : Babayın, babanın

bacılıh : 1. Bacılık, kız kardeş. 2. Ayrı anne babadan olmasına karşılık bacı kardeş alakası kurulan kız veya kadın. 3. Anne veya babası ayrı olan kız kardeş. Üvey kız kardeş.

bacıs'sossa : Bacısı olsa.

bağır : Sine, döş, göğüs.

bahıcı : Bakıcı. Bakacak, hizmetini görecek, ihtiyacını giderecek.

bakmañ : Bakmayın.

bâlama : Bağlama, saz.

Balkımak         : yıldırım çakmak, şimşek düşmek, parıltı.

Bar (..lanmak) : dişin sararması,

barhana :1. Toplanma yeri. 2. Ev eşyası. 3. Küçük kervan, aile fertleri. 4. Göçebelerin çadır eşyası, kervanın konak yerinde toplanan eşyası.

barnağa : parmağa

Başa kakmak   :

Ayağı yalın, başı kabak : Perişan ve acı içinde olanlar için söylenir.

başlı : taze, yeni, ilk.

başlı : Yapılmakta olan, başlanmış.

batgın : Batmış.

Bay                  : zengin

Bayak              : biraz önce, demin

bayrahdar : Düğünlerde bayrağı taşıyan.

Baz                  : bir cins kuş

bebâñ : Bebeğin, çocuğun.

beder beder : Nokta nokta.

Bek                 :

Beklik              :

belik: Saç örgüsü.

Bellemek          :

Beñ : Ben, tende bulunan leke, işaret, iz.

beniği : Benimki

beñz : Yüz rengi, beniz.

berk : Pek, sıkı, çok.

Berkitmek        : sağlamlaştırmak

besleme : 1. Kimsesiz kalan birisinin hayır için başkalarınca büyütülmesine verilen ad. 2. Beceriksiz, zayıf, eli işe yakışmayan.

beşlik : Beşi bir yerde altın.

Bıldır                : geçen yıl

bibi : Babanın kız kardeşi.

biçici : Biçecek.

bilağine : Bileğine.

bilat : Bilet

bilinceğaz : Bildiğinde

Bilişmek           :

billim : Bilirim.

bilme miyim : Bilmez miyil

birem birem : Birer birer.

birke : bir kere, bir defaya mahsus.

birken : Birkere, bir defa, bir kez.

bişe : Birşey.

bitirrim : Bitiririm. Kız isteyip almak.

boduk: yavru (Deve yavrusu)

bomuz bomuz : Bön bön, suratı asık biçimde.

bor : Tarla. Güz sürümü yapılmış tarla

Boran              :

bosdan : Kavun, karpuz, kabak cinsi.

boyağında : 1. Renginde, 2. Boyu-uzunluğunda.

Boydan            :

boyun bükük : Boynunu bükmüş.

Boz pusarık      :

Bozulamak       : Erkeklerin ağlamasına verilen ad.

bölgü böl- : Paylaşmak, bölüşmek, (Miras) paylaşımı yapmak.

Börk                :

böyliyem : Böyleyim.

bre : Seslenme ünlemi, nida "Bre".

bucak : kıyı, kenar, sulu düzlük.

Bun                  : keder, tasa

Bundan keri     :

burçak: Tane

burma : Burma adı verilen bilerzik. Altın bilerzik.

buyurcu : Davet eden, elçi.

Buyurmak        :

buzlar : Buz tutar, donar.

-C-

cahal : Genç, tecrubesiz, cahil.

camız boduğu : Camız yavrusu.

canı candan : Canı gönülden, samimiyetle.

car : Yardım - imdat istemek, işaret etmek.

Cavlak :

Cere                :

Cerek              :

Ceren              :

Cıda                :

cığıl cığıl : ses taklidi.

cılga : İnce dal, dar yol, patika.

Cırık

Cilis : iyice, tamamen (Bu da cilis şımardı)

cirit : at üstünde, deyneklerle oynanan bir oyun.

Civanmert

Coruk : ince, uzun şey

cuvara : Sigara

çağal : 1. Çağıldayarak akma (Ses taklidi). 2. Çakıl

çağar-: Çağırmak, seslenmek.

çahışah : Çakışalım. Karşılaşalım.

çalık : Çalmış, kamaştırmış.

çan daktır-: Nazardan korunmak için ve hayvanların ürkmemesi için çan takmak, taktırmak..

çapar : Cesur, yürekli, atak.

Çapul : yağma, talan

çardah : Gölgelik, kamalye.

çarık: Ayakkabı niyetine yünden veya deriden yapılma giyecek.

Çarkıt : yamuk, her tarafı dökülmüş, kaymış

çatal : çift, iki, ikili, iki misli

çatal yannığı : Çatal yayık. Yoğurttan yağ çıkarmaya yarayan araç.

çatma : Duvarları ağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi.

çelağanen : Çelenk ile

çemrek : Kol veya ayağı örten elbisenin bir miktar katlanarak çekilmesi.

Çeneleşmek : ağız kavgası yapmak

çerbeşik : Karışık, ne olacağı belli olmayan. (Mevsim ile ilgili)

çerçi : Gezgin satıcı. Genellikle takas yoluyla, köylerde incik boncuk satan gezgin satıcı.

çerdek : Çardak, kamalye.

çevirme : Avlu çiti. Etrafı çitle çevrilmiş küçük bahçe.

çezmiye : Çözmeye.

çığrışmañ : Ağlaşmayın, yüksek sesle bağırışmayın.

çıhartsın : Çıkartsın. Gelin olarak baba evinden koca evine göndersin.

çıhın : Çıkın, bohça.

çiçeğanen : Çiçek ile.

çifte : İki mermi alan tüfek.

Çimmek : yıkanmak

çot : Kötürüm, felç, hareketsiz.

çufa : Çuha.

çuhuya : bkz. Çuha.

çulfa : 1. Dokumacı. 2. İpten dokunan kumaş.

-D-

dabağ(a): Tabak(a)

dağme : Değme, dokunma, ilişme, karışma.

Dağnemek : Bakmak

dahıcı : Takacak.

dahım : Takım. Elbise takımı.

dakım : Takım elbise.

Dalamak (Köpek)

dar vakıt : Akşam olurken.

darıl- : Küsmek, azarlamak.

dayanıcıñ :  Dayanacaksın.

daylak : Dişi deve, deve yavrusu, at eşek yavrusu, iki yaşında hayvan, boynunda tüy olmayan pehlivan deve.

dayra :  Daire.

Debayak : hemen şimdi, az önce

değal : Değil

değincez : değdiği anda.

değirmenlik : Un ya da bulgur yapılacak olan buğday.

değnağini : Deyneğini, dayanağını.

Dekli : yerli yerinde, sağlam. Dekli vurmak (sağlam, yerine vurmak)

delâanli : Delikanlı.

dem : Keyif, karar, vakit, eğlence, olgunluk.

demeñ : Söylemeyin,  haber vermeyin.

dépdi : Tepti.

desde : Tahılgillerin biçildikten sonra bir yere bırakılan öbeği.

desden : Destan

deşiri deşiri gitmek : Dilenerek gitmek.

deşirici : Dilenci

devre : Yanlış, başka türlü.

deyhacık : Daha orada işte.

deyik : Demiş .

déyişin : Deyince, söyleyince, dediği zaman.

dezze : Teyze, annenin kız kardeşi.

dığrak : Güzel, düzgün, şık giyim.

Dıkılmak : içeri girmek

dışlıh : Rahat, huzur, neşe, iç ferahlığı.

dibağ: bkz. dibek

dibek: Tunç ya da tahtadan yapılmış özellikle, kahve döğülmesi için kullanılan havan.

dik-: Yükseltmek, yapmak.

dikme : Fidan, çubuk.

dil : Şiir, ağıt.

dilli : Şiir söyleyebilen.

Dinelmek : Ayağa kalkmak

dinislam : Müslümanlar. Dini İslam olanlar.

dipsiz guyu : Mezar, kabir, kara toprak.

Dizikmek : Diz çökmek

dizim dizim dizlemek : Dizlerine vura vura ağlamak.

dizin dizin : İmekleyerek.

dizlek çanı : Eke develerin dizine bağlanan çan.

dodah yılış- :  Tebessüm etmek.

dolama: Entari, eteklik.

Dolukmak : Gözleri yaşla dolmak, ağlamaklı olmak

domdura :  Tambura, Dombra (?).

Domur

Don

don : 1. Elbise. 2. Dağların elbisesi olarak ot. 3. At rengi.

doru : Doru at, at rengi.

dökülgen : Hayvanların toplandığı yer.

dölağande : Düzlüğünde.

dölek: Engebesiz arazi, düz yer.

Döleşmek : Yayılmak, dağılmak. (yeni uykuya döleşti)

döşşağini : Döşeğini.

döşü galemli : Okur yazarlar için kullanılan bir deyim.

Dulda / duldalık : Ruzgardan ve soğuktan  korunmuş yer.

duluğu : Şakaklardaki saç, zülüf. Yüzün kulaktan yana alt tarafı.

Durmak

duzlar : Hayvanlara tuz yalatılması.

düğur: Kız bakmaya veya istemeye giden.

Düşet yada düşüt : 1. Ölüm hadisesinin olduğu yer 2. Bu yerde taş yığılarak mezar süsü verilen yer.

düşük : Düşmüş.

düyna : Dünya

düzle-: düzeltmek, toplamak.

-E-

ebe : Babaanne veya anneanne.

ecik : birazcık, az dan az.

ede : Baba, yaşlı kişiler.

edik : Köylü çizmesi, patik, çocuk ayakkabısı, mest, yünden örülü çok kısa konçlu çorap, papuç, terlik, ayakkabı.

efelek : Ses takliti kafiye kelimesi.

efker : Efkar, sıkıntı.

eğar : Eyer. Atlara vurulan binitlik.

Eğin (Omuz)

Eğlenmek : Durmak, beklemek

eğsik: Kadınlar için kullanılır. Eksik etek gibi.

ehali : Ahali , halk.

Ekmek tuz hakkı için

el : 1.Yerleşim yeri, 2. İnsan, ahali, 3. Yabancı.

elan : İlan, duyuru.

elden ayrıhsı : Başkalarından, alışılmış olandan farklı.

Elekçi : Orospu

elet : Ulaştırmak, yetiştirmek.

élet: bkz. elet.

eli gulağında yat-: Yarı uykulu yarı uyanık yatmak, tilki uykusuna dalmak anlamına kullanılmaktadır

ellahalem : Allah bilir anlamına söz. Allahülalem.

Elleham : herhalde, galiba

ellik : Biçim işlerinde kullanılan aletlerin avuç içlerinde veya elde tahribat yapmaması için kullanılan eşya.

emekdar : Emektar, uzun süre birlikte yaşanılan eş, arkadaş.

Emmi

eñer : Eğer.

engin : Alçak, basık yer.

enik : İnmiş.

enni : Enli, geniş.

erdaş : Arkadaş.

Erden : erken, sabah erkenden

Eringeç : iş yapmaya yüzü olmayan, işi yavaştan alan

Erinmek : iş yapmaktan gocunmak

esger : Asker

Esrimek : sarhoş olmak, kendinden geçmek

eş : Kardeş, aynı anne babadan olan.

eşgiye : Eşkiya.

eşiciyik : Eşeceğiz.

etlik : Kışın kesilmek üzere beslenen, pastırma, sucuk, kavurma gibi ürünler için beslenen semiz hayvan.

evdeğâ : Evdeki.

Evrağaç

Evran

éy : İyi

-F-

fanıl fanıl : Ses taklidi.

farıl farıl : Ses taklidi.

Farımak

filcan : Fincan. Kahve bardağı.

firik : Olgunlaşmaya başlayan tahıl.

fisdon : 1. Kadınların giydiği uzun etekli ve kollu elbise. 2. Entarinin altından dizkapa-ğından bele kadar çekilen pijama.

fur- : Vurmak.

fuston : bkz. fisdon.

-G-

gabar gabar : Kabarık kabarık olmuş. şişmiş.

gabıd : Kaput.

gaçah : Kanun kaçağı, kaçak.

gada : dert, bela, sıkıntı, keder.

gadasın aldığım : Derdini aldığım.

gağal gağal : ses taklidi.

gağnı : Kağnı. Öküz veya camız arabası.

gağnım oklar : Kağnımı kullanıma hazırlar anlamına.

gahviye : Kahveye, Kahvehaneye.

gallemis yağı : Kolonyağı ve güzel koku.

Ganim : doyumluk, (yüzüne bir ganim bakılmaz)

gannı : Kanlı.

gapıt : Kaput

garalı bayram : Yaslı bayram. Yas süresi içerisinde gelen bayram.

garamığ : Karamık bitkisi. Küçük, kara yemişleri olan yabani meyva.

garatdım : Kararttım, morarttım, darbe neticesinde vücudun bir tarafının çürütülmesi.

garer : Karar, sonuç.

gargı : 1. Kamış, bataklık kamışı. 2. Avcıların barut, saçma ve kapsül koydukları üç gözlü teneke ya da ağaç kap. Kamıştan yapılan ucu demir bir silah.

garip suyu:Gurbette ölenlere, cenazenin yıkanması için hazırlanan su.

gasat : Kısım, bölüm, kez, sefer.

gasdine : Kastine. Kast etmesine.

gasıya : Hayvanların yem yedikleri musura.

Gaspian : mahsustan, yalancıktan

gassıñ : Kalsın

gavır : 1. Kafir, dini olmayan. 2. Hristiyan

gavış- : Kavuşmak.

gayda : Düzen, uyak, sözün gelişi.

gayıt : Düğün için alınan eşya, alet, giysi.

gaza : İl, ilçe, kasaba merkezi.

gazâ : Kazağı.

gazi : Gazi altını. Üzerinde Atatürk'ün kafa portresi yerleştirilen Cumhuriyet altını. 

gedicin : Gideceksin.

Gedik

gedik : Gitmiş, gitti.

geggo : Sako, Kalın kumaş veya yünden yapılmış kolsuz giyecek.

geleñidi : Gele idin.

gelik : Gelmiş

gelinceğaz : Geldiğinde.

gelinçi : Gelini oğlan evine götürmek için kız evine gelen topluluk.

Gerinmek

get-: Gitmek.

géy- : giymek.

gezeâ (gezeği) : Mesire yeri, eğlenme yeri.

gıç : Kıç, ayak.

gır : Kır renk. Kır renkli at. Bir at donu.

gıran : Salgın hastalık.

gırcı : Sert ve küçük kar.

gırılmañ : Kırılmayın, gücenmeyin, sözümden incinmeyin.

gıriz :Kıriz

Gırkları yediye kat- : Erenleri imdada çağırma anlamına deyim.

gırma : Tek tüfek. Ortadan ayrılarak doldurulan av tüfeği.

gısır : Kısır. etlik hayvan.

gısırak : Kısrak

gıyak : Düzgün, bakımlı, gösterişli.

gıyıyorlar : Kıyıyorlar. Eziyet ediyorlar.

gıylar : Kayar, yönelir.

gızıñ : Kızını

gilis : hatırladıkça, andıkça, göz önüne geldikçe.

girgin maya : Şubat ayında azan erkek deve.

gişi : Kişi, er, koca.

gitdiñidi : Gitmiş idin.

goğnüm : Gönlüm.

goley : Kolay.

gollar : Korlar, bırakırlar.

goluñuza düşdüm : Merhametinize kaldım, elinize düşdüm, size sığınıyorum.

gonalga : Konaklayacak, mola verilecek yer.

goñşu : Komşu.

gonu : Tanıdık.

gop- : Koşmak.

goridor : Koridor.gorseñ: Görsen

goyağında : Dağ kenarlarındaki düzlük yerde. 2. Dağ yamaçlarında çukurda kalan düzlükte.

goygun : 1. Davulun gürültülü ve hızlı dövülmesi. 2. Yoğun, katı.

goyrulmuş : 1. Serbest bırakılmış, azat edilmiş. 2. İpinden boşanarak kaçmış.

goyuklar : Koymuşlar.

göcek : Bir karış boyunda büyümüş ekin.

göç günü : Yaylaya çıkış ve inişin başladığı gün.

Göğ

göğ : gök, mavi, maviye çalan, gümüş rengi .gökçe : Nazar boncuğu.

Göğermek : ağaçların filiz vermesi, tomurcuk çıkması

Göğnünden : aklından geçirdiği, planladığı

Gökçe

gölek : Su birikintisi, göl.gönen- : Donan-, süslen-.

göres- : Özlemek, görmeyi arzulamak.

görsediyim : Göstereyim.

gövel ördek : Yeşilbaş Ördek.

gözlüyoh : gözlüyoruz, bekliyoruz, göz ile takip ediyoruz.

gözü gannı : Gözü kanlı, bebek, küçük.

gözü söbe: Gözü iri büyük.

Guburlar kusasın

guccük : Küçük.

gudümsüz : Uğursuz, bereketsiz.

guggu : Guguk kuşu.

gulağı küpeli : Yeni gelin veya evlenecek çağa gelmiş kız için kullanılır.

gulâmınan : Kulağım ile.

gulaş : Kulaç. Kolların bir parmaktan bir parmağa kadarki açılmış kısmı.

gulunç (guluş): 1. Kürek kemikleri arası.  2. ağrı, yel.

gulümüñ : Gülümün.

gur : Kurmak, ayarlamak.

gurşak : Kuşak. Bele bağlanan örme kuşuk.

guru yere geldi dizim : Kimsesiz ve yardımcısız kalmak anlamına kullanılan bir söz.

gurul : Kurulu, hazırlanmış.

guş gondurmak : 1. Çok maharetli nakışçı olmak. 2. Dokumalara kuş deseni işleyebilmek.

guşâ : Kuşağa. Bele takılan kuşağa.

guşağını guşat-: 1. Kuşağını özenerek takmak. 2. Gelin gidenlerin beline takılan kuşak.

guzlar : Kuzular, doğurur.

güccük : bkz. gucçük

güççük : bkz. gucçük

güd- : Hayvan otlatmak, sürmek.

güdük : kısa ceket.

Güğüm :

güleş : Güreş.

gülgülü : Gül gibi renkli, gül renkli.

gülük : Gülmüş.

Güman             :

gümanlı : Umut taşıyan. İnançlı.

güzlük : Hayvanların kışın barındırıldığı yer.

-H-

h' : Ağıtların söylenişinde kelime başlarında çıkarılan ses.

haba : Siyah yünden dokunmuş, önü kaytanlı, cepkenimsi kısa erkek ceketi.

habe (hağbe-hâbe) : Yük taşımak için örülen dokuma.

ha'bre gel eyle-: Durma gel diye işaret etmek. Haberdar eylemek.

Hacat : araç-gereç

hah : Hak. Kazanç.

haleye çıhıcı : Halaya çıkmak, davul zurna eşliğinde oyun oynamaya çıkmak.

hanı : Hani.

haraba : Harabe, yıkık, viran.

haral : Kıldan ya da ketenden yapılmış büyük çuval

haşat : Yorgunluktan ölecek dereceye gelmiş, yıkılmış.

haşeri : Yaramaz, haşarı.

haşlığı : Harçlığı

hatir : Hatır, gönül.

havas : Heves.

hayallat : Tabut, salaca.

Hayf                :

Hayıflanmak     :

Haylaz : Yaramaz (çocuklar için)

Hayle : Nasıl ?

hayma : Bağ ve bahçelerde çalı çırpıdan yapılan çardak.

hayrdar : Hayır sever, iyilik yapmaktan hoşlanır.

Hazlanmak       : haz duymak, keyif almak

hede : Hediye, armağan.

hekdirir : Kafiye kelimesi.

hekili : Ses taklidi kafiye kelime.

helke : Sıvı taşımaya yarayan eşya, kova.

hepi : Tamamı, hepsi.

herg : Herk. Sürülmüş tarla.

heril don : İnce ipekli elbise.

heş : Hiç.

hetire : Hatıra, anı.

hezan : Damların üzerine döşenen kalın ve büyük ağaç kiriş.

hezele : Ses taklidi. Kafiye hazırlık kelimesi

hezen : bkz. hezan.

hezerine hüzerine : Ses taklidi kafiye mısraı.

hezi : Ses taklidi kafiye kelimesi.

Hısım               : akraba

hısta : Sehim, pay, hak .

hış : Ses taklidi.

hila : Hile, desise.

hilali : Kafiye kelime.

hodul : Biçimsiz, fena, kibirli.

hodul : Bir öküz cinsi.

Horanta : ev ahalisi

hota : Baş, büyük taş, oyunda ebe taşı.

huvan : Ağıt, figan, acılı sözlerle seslenmek.

-I-

ıcık : Azıcık, birazcık, azdan az.

ığır ığır : Yavaş yavaş, salınarak.

Iğrıp : Sahtekarlık, hareketlerinde sahtelik olan

Iğrıpçı  : davranışlarında sahtelik yapan, sahtekar

ıklım : İklim.

ılgar : 1. Öfke. 2. Sıra. 3. Çok çabuk. 4. Sürekli, yok oluşa doğru.

ılgıt ılgıt : Ağır ağır, hafif hafif. (Ses taklidi)

ılıyerek : Ilıklaşarak.

ınag : Sahip, vekil, yardımcı.

ırak : Uzak.

ırgad : Yevmiye ile çalışan kişi. Ücretle çalışan.

ırgalan-: Sallanmak, yerinden oynamak.

ırgatlı : Çalışkan, becerikli, yetenekli, iş bilir.

ıslı : Islanmış.

ısmarıç : Ismarlanan şey, sipariş.

ışırkana : Sabah olurken, şafak atarken.

-İ-

iğde dikmek : Nazardan ve kötülüklerden korunmak için uğurlu geldiğine inanılan, iğde ağacının çubuklarından 3-5 cm uzunluğunda boncuk gibi bir sıra halinde delinerek elbiseye takmak.

İlişkir               : sucuk

İlvan                : gösteriş

İmil İmil            :

İncağrı             : verem hastalığı

ipe düş- : Ölümünü istemek için kullanılan bir ahit, and.

İşkillenmek       : şüphelenmek

işlik : Gömlek, mintan, İçeriden giyilen giysi.

İşmar               : kaş-göz işareti

İtağ                  :

ivir ivir : Çeşit çeşit, desen desen.

-K-

kaâ : Kahya, muhtar.

kââñ : Kahyanın

Kada               : dert, keder

Kadak             : küçük mıh

Kademsiz         : ayağı uğursuz olan

kağn'endirdiñ : kağnı indirdin.

kahar : Kahır

kahar : Kalkar, ayağa kalkar.

Kakınç :

Kalan               : artık

kalık : Kalmış, zamanı geçmiş, yaşlı

Kara çıkından gidesin

Kara okuna dikilesin

Karar pazara    : rastgele, düzensiz

karsambaç: Karla karışık yağan yağmur. Karışık.

Kavlak :

Kayıl olmak     :

keçik : Başörtüsünün ensede saçların altından geçirilip tepede bağlanmış durumu.

kele : Edat. Seslenme ünlemi.

kelek : 1. ayakkabı. 2. Başa takılan süs.

keleş : güzel

keli : Sınır, tarla sınırı., uç.

Kem                :

Kemrik            : zayıf, çelimsiz

Kepmek          : çökmek

Kesik               :

kesmelik : Kesimlik, besili hayvan.

kestek : Kısa boylu.

keyfiyin : Hesapsız olarak.

Kırçı                :

Kırk değirmende kırk gün eğlenmek

Kırmak            :

Kirkit               :

Kirmen :

Kişiflemek        :

kitlenik : Kitlenmiş.

Koca               :

Koğ                 : dedi-kodu

Koğlamak        : dedi-kodu yapmak

Komak            :

Kopmak          : koşmak

korbaht : Bahtı kapalı, bahtı kötü.

Koyak             :

köçek : Düğünlerde kadın elbiseleri giyip zil takarak oyun oynayan erkek.

köstü : Kösnü. Gözleri olmayan, toprak altında yaşayan fareye benzer hayvan.

köşe : 1. Ocağın bir kenarı. 2. Yapıda köşelere konulan büyük ve düzgün taş. 3.Kadınların başlarına takarak yüzlerine ya da şakaklarına sarkıttıkları gümüş ya da altın süs eşyası, ziynet.

köteğini : Dayağını, sopasını.

köt'olası : Kötü olası.

kötüce : Fakir, yoksul, düşkün.

köyneği : Gömleği, atlet

köyneklenmiş : Örtülmüş, perde inmiş.

Köz                 :

kullük : Kül dökülen yer.

Kulun               : at yavrusu

kutüklük : Mermi ve cephane koymaya yarayan giyecek.

küheri : Yüce yüksek, karlı dağ.   

kündeki : Hergünkü, sıralı olarak hergün.

küskünür : Küstüğünü, kırıldığını belirtmek için karşıdaki kişiye yalancıktan darbe vurmak veya itelemek.

küsük : Küsmüş.

Küt                  :

kütüğe : Nüfus kütüğüne.

-L-

Lavgar : geveze

lo (ğ) taşı : Loğ taşı. Toprak damların üstünü pekiştirmek için kullanılan silindir biçiminde sert taş.

-M-

m'acep : mı acaba.

made : Başka, öteki.

mahana : Bahane.

mahremetli : Merhametli.

Mail olmak

makine : Kamyon, otobüs, midibüs, tır.

Malamat olmak : 1. bir işi becerememek, eline yüzüne bulaştırmak. 2. Umduğunu bulamamak. 3. eş, dost, akraba için elinden gleni yapmak, çırpınmak

Maral

mâre : Meğer ki

martin : Bir tüfek markası.

maşlak : Yünlü, uzun palto.

matça : Sıkıntı.

Maya : dişi deve

Mazı

mecal : Derman, güç, kuvvet, takat.

Medet

mefta : Mevta, ölü, vefat eden.

Melül

mencilis : Meclis, toplantı.

menend : Denk, benzer, eş.

merecci : Mirasçı.

meşlek : bkz. maşlak.

metiro : Metre.

meydanı (Mindanı) : Sırma işlemeli beyaz kumaş. meydanı zıbın : Kadınların giydiği bir çeşit üstlük giyecek.

mıhdar (mıkdar)  : Muhtar.

mina : Bina, ev, ocak, yuva.

minnet : Bir iyiliğe, iyilik yapana karşı kendini borçlu hissetme, teşekkür etme. anlamına gelen bu kelime ağıtlarda "eziklik içerisinde, yalvararak bir şey istemek" anlamına da kullanılıyor.

mor belikli : Saçları mor renkli. Saçları kınalı.

möhür : Mühür.

mucuk (mücük) : Küçük sinek veya sivrisinek.

Muhannet

muhayıt ol-: Mukayyet olmak, sahip çıkmak, korumak.

Muştu

Mücümsüz : gereksiz söz söyleme, olmayacak yerde konuşma

mühür kulak : Kulağı damgalı.

mürdün : Kaldıraç, kaldıraç kolu, sırık.

Mürüvet

Müzevir : lafçı, laf taşıyan

Müzevirlemek : laf taşımak

-N-

ñ' : Ağıtların söylenişinde çıkarılan ses.

nazla-: avutmak, eğlendirmek.

ne hallarınan : Ne zorluklarla.

neadere (ne gadere - neğadara) : Ne kadar (çok), ne kadarlık.

neçe : Nice, ne kadar, sayılamayacak kadar çok.

nen çallım : Nenni çalarım, söylerim.

Nice

nic'oluk : Ne olmuş, ne kadar olmuş.

Nizah : Kavga, gürültü

-O-

oda : 1. Evin bir bölümü. 2. Misafir ağırlamak için hazırlanmış, asıl eve ilişik mekan.

Oğorlamak : Çalmak, hırsızlamak

oğrun : Gizli, duyurmadan, saklı.

oğsüz : Öksüz.

ohuducu : Okutacak.

oksür : Öksür.

Okumak : Çağırmak..

Okuntu : Davetiye.

ollum : Olurum , oluyum.

olrum : Olurum.

oluk : olmuş

oluncaaz : Olduğu zaman.

Onmak

onnar : Onlar.

Onulmaz

onuynan : Onun ile

oortmen : Öğretmen

orah :Orak. Biçim aleti.

osan - : Usanmak.bıkmak.

ossuñ : Olsun

osüz  :  bkz. Oğsüz

-Ö-

Ödlek

öğnük : Önlük. Okul önlüğü.

Öğün

öleñidi : Öle idin.

öllüm : Ölürüm, ölüyorum.

ölücüyüm : Öleceğim.

ölük : Ölmüş

ölüyedi : Öle idi.

Ören

örgü : Uzun saçların belik olacak şekilde örülmesi.

örtük : Örtülü, örtülmüş, kapatılmış.

össüñ : Ölsün

öşdüm : Ölçtüm

Ötean

Öte-Beri

ötüyorlar : Ağlaşıyorlar.

öyke: Öfke, sinir, kızgınlıkb

Öykenmek : Bir kişinin konuşmasını taklit etmek

öz : Dere kenarı, sulak yer, su çıkan yer.

öz: Ben, kendi, I. tekil şahıs.

özne dık- : Damadı gerdeğe sokma.

özne: Güveği, damat.

öznelik yorgan : Kız evinin çehiz olarak hazırladığı yorgan. Gerdek yatağı.

Özünüksüz : Akrabaya düşkün

-P-

Pança : Avuç. Farsça penç (beş) sayısından. Bir elin beş parmağıyla kavramakla ilgili

panga : Banka. Kredi çıkması.

pantul : Pantolon

panzer : Panzehir.

pece : Baca, dumanın çıkması için yapılan yer.

Pece : Pencere

Pehlül : Saf, sefil kişiler için kullanılır

pelifen : Pehlivan

pendir : Peynir.

penek : Pencere, ışık girmesi için duvarda açılan delik.

perdesiz : Destursuz, izinsiz, aracısız, randevu almadan.

pertuso : Pardesü.

Peşkir : Havlu. Farsça’dır

pırnab : Pür. Otgillerin yaprağı.

Pısmak : Bir engelin arkasına çömelerek saklanmak

pıtırah : Pıtırak. Tikenli bir bitki.

Poşu

potin : Ayakkabı, yarım çizme.

pullu : Etrafı pullarla çevrilerek işlenmiş baş örtüsü.

puñar : Pınar, çeşme.

Pus

Puslanmak

Püsük : Kedi

-S-

sabânan : Sabah ile

Sağalmak

sağat (sahat) : Saat.

Sağmak

sahın: Sakın, kork, çekin.

Sakınmak

sal : Cenazeyi taşımak için hazırlanan araç.

salavat : Selavat. Kelime-i şahadet.

salma : Başıboş, kendi başına, serbest.

salma : Vergi, sıralı gelen köy vergisi.

salmañ : Göndermeyin, bırakmayın.

Samur

sarı tas : Hac tası da denilen pirinç tas.

Sası : Kötü, pis koku. Dede Korkut’ta da geçer

sav- : Yollamak, salmak.

savış : 1. Geçmek, ileri gitmek. 2. Kenara çekil, görmemezlikten gelmek.

Saya :

Saymak :

Sayrı : Hasta. Yunus Emre’de de geçer

sazak (sazağa): Soğuk. Ruzgar ile birlikte değen kuru soğuk.

seferbirlik : Seferberlik

sehil : Bölge insanı tarafından Adana iline verilen ad.

seki : Toprak üstündeki yükseklik, doğal set.

sekil : Atların alnındaki ya da ayaklarındaki beyazlık, ak leke

selbi : Selvi.

sele serpe : Açık saçık, serbestçe, çekinmeden.

selef : Gizli, saklanarak.

seniğiniñ (seniyinin): Seninkisinin

seyip : Sahipsiz, kimsesiz, başıboş bırakılmış.

sıhıya : Sıhhiye. Sağlık memuru.

Sınamak

Sınıkçı : kırık-çıkık tedavi eden. Sınık, eski Türkçe’de kemik demektir.

Sırımak (Yorgan) : Yorgan dikmek

Sırma (Saç) :

sıtgınan : Yürekten, canı gönülden, bütün samimiyyetle.

sıyırdıñ : Kurtardın, kurtuldun.

sıyırgı : Kar kürümeye yarayan tahtadan yapılmış kürek.

Sin : mezar

Sinirmek : yediğini hazmetmek

Siyirsiz : Büyüğünü, küçüğünü bilmez, cahil

Sokranmak : Kendi kendine söylenmek, kızmak

Sokurdanmak : Kendi kendine söylenmek, homurdanmak

soluh soluh : Ara ara, mesafeli.

soluh ver- : ara vermek, sıra savmak.

son beşşiğiñ : Son çocuğun.

Sosur               :

soyak : Cins, soy.

soyha : Ölenin üstündeki giysisi. Yaramaz. Aşağılık, kötü. Soyka : ölen kişinin elbisesi, eşyası

Soykana kala : Bedduadır. Öl de eşyaların kalsın anlamında

soylak : (yol için) iyi, düzgün, taşsız.

su selesi : Ölüm olayının ilanı için cami minaresinden söylenen sözler. Sela.

Suçukmak : Suçlu olan kişinin hali, suçlu gibi durmak

sufra :  Sofra.

susa : Şose, asfalt yol.

suy : Su.

sürek : Büyük baş hayvanlardan oluşan sürü.

Süsmek            :

süvar : Süvari, atlı.

-Ş-

Şağpaz : Şahbaz’dan (Şah, İran hükümdarı, baz ise şahin cinsi kuş. Şahın kuşu gibi atik, hızlı)

şaplah : Şaplak, tokat.

şark : Doğu, doğu tarafı.

Şarmıta            :

şavhı : Şavkı, yansıması.

Şavk                :

Şayak              :

şerit : İp.

şerit : Kadınların boyunlarından göbeklerine dek taktıkları altın dizisi.

şerlen- : Diklenmek, inatlaşmak

Şervetli :

şıngır şıngır : Ses taklidi.

şıvgın : Taze sürgün, filiz.

şindicike : Şimdi, şu anda, anında.

Şire                  :

Şirki azmak      :

şitil : Filiz, sürgün.

şo : Şu

şor : (Kötülük için) söz, laf, dedikodu.

Şor                  :

şoradan : Şuradan.

şuvara : Asıl anlamı şairler olan bu kelime bölgede şair anlamına kullanılmaktadır.

-T-

tabaha : Tabaka, tütün koymak için kullanılan eşya. Tütün tabakası.

tabır : Tabur.

tablah : Tabaka, kat.

tâğ : Toplayarak taşınmaya hazır hale getirmek, hazırlamak, yığmak.

tahmil : Tahammül

Takılamak        : Kahkaha atmak, yüksek sesle gülmek

Talan               :

taman : Onay sözü.(Tamam mı )

tamaşa : Temaşa, seyir.

Tanrı canını ala

Tanrı misafiri

tav : Raf, sergen.

tavsır : Fotoğraf.

taylak : Atın genç olanı.

Taysınmak       :

tebdil : Düzen, vaziyet.

tebdil hav'alan : Tebdil-i hava alan. Askeri bir deyim olarak hava değişikliği almak.

teberik : tebarek. Allahın izni.

Tek                  :

Tel                   :

teltik : Tetik. Tabanca tüfek gibi silahların ateşleme tertibatının çubuğu.

tembeh : Tembih.

Temelli :

terekimci : Hacizci, haciz memuru, icra memuru.

terki : Ata binen kişinin arkası, arkasında kalan binilecek yer.

tesbeh : Tesbik.

Teşt                 :

tevir : Çeşit, şekil.

tezcene : Acele, çabuk, hemen.

tezzek : Tezek. Hayvan gübresinden yapılan yakacak.

Tınaz                :

Tırık                 :

tırpanın sohulu olması : Tırpanı kullananın öldüğünü ifade etmek için kullanılan bir deyim.

toha : Tırpanın tutulacak yeri.

tokdur : Doktor.

Top                 :

topliyek : Toplayalım.

Toy (Eğlence)  :

Toy                  : Tecrübesiz

tozah (tozzağa - tozzâ - tozzah) : Düğünlerde gelinin başına takılan çeşitli renge boyanmış kuş tüyleri. Gelin başına takılan başlık.

töbe : Tövbe.

töbe amandan almıyor : Laf, söz, öğüt, dinlemiyor.

Töre                :

tulumba : Su çekmeye yarayan alet ve bu aletle su çekilen kuyuya verilen ad.

tumar : Tımar, kaşağı etmek.

tur : Deyneklerle oynanılan bir çeşit oyun.

tülü : Güreşçi erkek deve.

tülü mayası : Uzun tüylü güreşçi erkek devenin dişi yavrusu.

-U-

uc : Uç, kenar, sırt.

uccadan : Usulca, yavaşça, incitmeden.

uçca uçca : Diz dize. Uç uca.

Uğrun              : gizli

Uğunmak         :

Uğur                :

ulu bayram : 1. Kurban bayramı. 2. Dini bayramlar.

unmıya (ummuya ) : Onmasın., rahata, huzura, mutluluğa kavuşamasın.

urusum : Miras, vergi.

Uslu                 :

usluplu : Adabınca, yerine göre hareket eden

Usul

uşâ - uşağa: Uşağı, çocukları.

utlu : Akıllı, uslu, terbiyeli.

uyuk : Uyumuş.

-Ü-

üçken : Üç kere, üç defa.

ümüm : Umum, bütün, genel.

ünnü : Ünlü.

Ütmek

Ütülemek (Ateşin Tüyleri Yakması)

üveyik gır : Üveyik kuşu renginde at. Gövdesinin yarısı ak yarısı kara at.

üzmüş : Zedelemiş.

üzü üzü : Üzgün üzgün.

-V-

vara : Varsın.

varan : Gelen.

Vetsiz

vezir : Kadınların ölen kocaları için söyledikleri ünvan. (Tabu olan ölenin ismini söylemek yerine bu kelime kullanılmaktadır.)

vili : Ses taklidi, kafiyelik kelime.

Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

-Y-

yaba : Ağzı geniş kürek.

Yaban

yağaz (yağız) : esmer, kara renk. At donu (rengi)

Yağı

Yağız

Yağlık

yalannar : Yalanlar.

yâlı : Yağlı.

yalım : Alev, ateş.

Yalın

yalıñız : Bir tek olan, yalnız olanı.

yalladığıñ ite darıl : Sahibi veya efendisi olduğun, ekmeğini yiyip de nankörlük edenlere küs anlamında bir deyim.

yamar : Yamalıklar.

Yangal

yannıh : Yanık, acılı, dokunaklı.

yapısında : Benzerinde, kalıbında, örneğinde.

Yaramak

Yarayışlı

yarpız: Sulak yerlerde biten güzel kokulu ot, bitki.

yasa oturmak : Cenaze evinde gelenlerin taziyesini kabul etmek, ağıt yakmak, yas çekmek.

yaşameyim : Yaşamıyayım.

yatıcıñ : Yatacaksın.

Yatır- : Davar yatırmak, sağım veya gündüz bir arada tutmak için koyunların toplandığı yer için kullanılıyor.

yavşan : Özel kokulu, acı, kaynatılıp suyu ilaç niyetine içilen bir ot.

yaylatmak : Hayvanları yaylaya çıkarmak.

Yazı : Ova

Yazık : günah

yazma : Eşarp, başa takılan beyaz örtü.

Yazmak : sermek

yedi aylık : Yedi ayda doğmuş.

Yeğ

yeğin : Çok, bol, bereketli, büyük, fazla, zor.

Yeğlemek

Yeğni (Hafiflik Eden)

Yeğniletmek

yekinmek : Davranmak, ayağa kalkmak, doğrulmak

Yel

Yele vermek

yelgin : Hızlı, çabuk.

yelliñ : Hızlı, yelli.

yenge : Geline kılavuzluk, evlenme işlerinde aracılık eden kadın. Düğün çağırıcısı, kuma, ağabey veya akrabadan büyüklerin  eşi.

yeñil- : Alt edilmek, mağlup edilmek.

yenmezdim : Yenilmezdim, alt olmazdım.

yerin-: İmrenmek, hayıflanmak.

Yermek

yernik git-: Gözü açık gitmek, gözü arkada kalmak. Mutlu olamamış.

yesir : Esir.

yet-: Akıl erdirmek, anlaya bilmek.

Yetirmek

Yetmek

yığın : 1. Ot, yonca, ekin gibi bitkilerin biçildikten sonra bir araya toplanmış hali. 2. Hayvan gübresi.

yıhdır- : Sildirmek, düşürmek.

Yılışık

Yılışmak

yırak : Uzak, aralı, mesafeli.

Yıramak : kocamak, ihtiyarlamak

Yormak

yoz : Kısır ve erkek davardan oluşan sürü. Yazın kırda kalınıp otlatılan davar.

yörüdü : Yürüdü.

yudum : Yıkadım.

Yufka

yuka: İnce, duygulu, hassas, bir çeşit ekmek.

Yumak (Yıkamak)

yumuş :İş, hizmet buyruğu.

yunarkana : Yıkanırken, yıkandığı zaman.

Yunmak (Yıkanmak)

yurd : Yaylada oturulan, yerleşilen yer.

yusek : Yüksek.

yük : taşınabilen eşya.

yüklük : Yorgan, döşek gibi şeylerin konulduğu yer.

yürâğimi : Yüreğimi.

Yüzü kuylu

Yüzü suyu hürmetine

-Z-

zangırdar : Titrer, korkudan titrer, deprem oluyormuş gibi ses çıkararak titrer.

zarı : Ağlama. Ağlama sesi.

zatı : Zaten. Sonunda.

zavır : Kızarak söylemek. Öfkeli bir şekilde seslenmek.

zemheri : Şubat ayı içerisinde bir zaman dilimi.

zıbın : Elbise, giyecek .

zilif : Zülüf, saç.

zitli : Ziftli. Zift dökülmüş.

ziyafat : Ziyafet, yemekli eğlence.

zorbaz : Huysuz, laf dinlemeyen, asabi.

Zorlatmak

Zorsunmak : Zor saymak, zoruna gitmek